27 Eylül 2019 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 27.09.2019 Tarihli Cuma Hutbesi:CAMİ VE HAYAT


                             CAMİ VE HAYAT



Muhterem Müslümanlar!

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yolda olmaları umulanlar bunlardır.”[1]

Okuduğum hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “…Beldelerin Allah’a en sevimli olan mekânları, camilerdir.”[2]

Aziz Müminler!

İslam medeniyeti, cami merkezli bir medeniyettir. Camiler, tarihten günümüze sosyal hayata şahitlik eden, İslam beldelerinin, etrafında hayat bulduğu, mümin yüreklerin kendisinde buluştuğu kutlu yerlerdir. Mahallelerimizin kalbi, şehirlerimizin ruhu, aziz milletimizin ve ümmet-i Muhammed’in güvenli yuvasıdır. Camilerimiz, sadece ibadetlerimizin değil, aynı zamanda tarihimizin, edebiyatımızın, örf ve adetlerimizin, kültürümüzün iç içe geçtiği merkezlerdir.

Değerli Müslümanlar!

Peygamberimiz, cami ve mescit yapılmasına ayrı bir önem vermiştir. Resul-i Ekrem (s.a.s), Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde ilk olarak Mescid-i Nebevî’yi inşa etmiştir. Yesrib’i Medine’ye çevirmiş, Mescid-i Nebevî’yi ilmin beşiği kılmıştır. Rahmet Peygamberi imar ettiği bu mescitle cami merkezli bir şehir modeli ortaya koymuş, camiyle hayat arasında güçlü bağlar kurmuştur. Peygamber Efendimiz, Asr-ı Saadetten itibaren, ulaştığı toprakları adalet, hikmet, merhamet, huzur, güven ve bilgiyle yoğuran İslam Medeniyetinin temellerini bu mescitte atmıştır. Mescid-i Nebevî’nin içinde ayırdığı suffe isimli özel bir bölümde kendisini ilme ve ibadete adayan, genç ve özverili bir grup sahâbî, güzide bir neslin öncüleri olmuştur. Allah Resûlü (s.a.s), bir hadis-i şeriflerinde kalbi mescitlere bağlı olan kimseleri Yüce Rabbimizin kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelendireceğini müjdelemiştir.[3] Müminleri şehirlerin gözbebeği olan camileri imar etmeye ise şöyle teşvik etmiştir: “Her kim ki Allah için bir mescit bina ederse, Allah ona Cennet’te bu mescidin benzeri bir köşk bina eder.”[4]

Kıymetli Müminler!

Yeme-içme, alış-veriş bizler için ne kadar gerekli ve anlamlı ise camilerimizi hayatımızın merkezine almak da o kadar gerekli ve değerlidir. Zira camiler, hayatın günlük telaşı içinde kendimizi dinleyebileceğimiz, kubbeleri altında Rabbimize kulluğumuzu arz edeceğimiz müstesna yerlerdir. 

Müslümanlar olarak kardeşliğimizi pekiştirmeye, birlik ve beraberliğimizi sağlamlaştırmaya vesiledir. Her türlü benlik duygusundan arınarak bedenlerimizle beraber gönüllerimizi de birleştiren mübarek mekânlardır. Hepimiz için cami, kimi zaman huzur ve sükûn, kimi zaman da umut ve teselli kaynağıdır.

Aziz Müslümanlar!

Minarelerimizden yükselen ezan sesleri bizi sadece vakit namazlarımızı eda etmeye çağırmaz. Cami, ezanıyla, minaresiyle, kubbesiyle, mihrabıyla, minberiyle aynı zamanda kulluğa, ibadete, takvaya, ilme ve güzel ahlaka davet eder. Öyleyse Rabbinin huzurunda divan durup O’na kulluğunu arz eden her mümin, cami dışında da Cenâb-ı Hakk’ın kendisini görüp gözettiğinin idrakinde olmalıdır. Aynı safta iman ve ihlas ile buluşan müminler daima kardeşliklerini korumak ve gözetmekle mükelleftir. Camileri imar ve ihya eden her bir Müslüman, yaşadığı çevreyi de aynı şekilde korur ve güzelleştirir. Yerde biten bir ota, rızkının peşinden koşan bir karıncaya dahi zarar vermez. Camisini temiz tutmaya özen gösteren mümin, Rabbimiz tarafından Müslümanlar için tamamı mescit kılınan yeryüzünü de temiz tutar.

Değerli Müslümanlar!

Ne hazindir ki yalnızlaşma ve yabancılaşma illetine düçar olduğumuz günümüzde camilerimiz, şehrin merkezindeki konumunu her geçen gün kaybetmektedir. Oysaki bizleri tıpkı bir anne şefkatiyle saracak yegâne mekânlar camilerimizdir. Yorgun ruhlarımız camilerde dinlenecek, maneviyatımız camilerde güçlenecek, anlam arayışımız camilerde cevap bulacaktır.

O halde geliniz! Camilerimizi yeniden hayatımızın merkezine alalım. Amir veya memur, işveren veya işçi, esnaf veya öğrenci sosyal hayatın hangi alanında olursak olalım yoğunluğumuza her namaz vakti ara verelim. Kadınıyla erkeğiyle, çocuğuyla yaşlısıyla camide olalım, camide hayat bulalım. Camilerimizi yalnız ve ıssız bırakmayalım. Rabbimizin huzuruna varmakla gerçek huzura kavuşalım. Unutmayalım ki camiler hayatın içinde, hayat camilerin içindedir.

Kıymetli Müminler!

Her yıl olduğu gibi bu yıl da 1-7 Ekim tarihleri arası “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanacaktır. Bu yıl “Cami ve Hayat” temasıyla camilerimizin ve din görevlilerimizin hayatımıza kattığı anlam ve değerleri toplumumuzla paylaşacağız. Âl-i cenâp milletimizin camilerimizi mamur etmek için gösterdiği fedakârlıkları hayırla yâd edeceğiz.
Bu vesileyle ezan ile başlayıp sala ile son bulan hayatımıza rehberlik eden hocalarımızdan, camilerimizin en değerli varlığı olan cemaatimizden ahirete irtihal edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlıklı ve huzurlu bir ömür diliyorum. Yüce Rabbim, yurdumuzu camisiz, camilerimizi cemaatsiz, minarelerimizi ezansız bırakmasın!

[1] Tevbe, 9/18.
[2] Müslim, Mesâcid, 288.
[3] Müslim, Zekât, 91.
[4] Müslim, Zühd, 44.

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 
Diyanet Cuma Hutbeleri

26 Eylül 2019 Perşembe

Peygamberimizin Hadis-i Şeriflerinden Mesaj Var –15


Peygamberimizin  Hadis-i Şeriflerinden Mesaj Var  –15


İyi bir toplum, güzel davranışlar sergileyen fertlerden oluşur.

Toplumun refahı ve huzuru her şeyin üzerindedir. Fertlerin huzurlu ve güvenli olabilmeleri iyi bir eğitime bağlıdır.

İnsanın yetiştiği her kademe de eğitim şarttır. Doğumdan ölüme kadar geçen hayat serüveninde eğitimden uzak kalamayız.

Toplum olarak eğitime ve eğitilmiş kişilere değer vermeliyiz.

İlk eğitim ailede başlar. Eğitimin temeli sağlam atılmalıdır.  Bunun için de ailelerin eğitimi iyi olmalıdır.

Ailede temeli atılan ve iyi bir eğitim alan bir çocuk okulda aldığı bilgi, beceri ve görgülerle eğitimi devam eder.

Okul dışında da eğitim toplum içinde süreklilik arz eder.

Ahlak ve terbiyenin uygulama alanı toplumdur. Herkes toplum içinde aldığı eğitimin stajını görmektedir.

Bu stajda herkes hem stajyer ve hem de usta eğiticidir.

Herkes birbirinden güzel ve iyi örnekler almaktadır. Aynı zaman da kötü ve çirkin davranışlarda örnek alınabiliyor. Bu konuda arkadaş seçiminde dikkat etmeliyiz. İyi huylu kişilerle arkadaşlık etmeliyiz.

Her yaş ve her durumda iyi ve güzel davranışlar içinde olmalıyız.
Büyükler her zaman küçüklere örnek olmalıdır.

Hareketlerimize, sözlerimize, konuşmalarımıza, yazdıklarımıza, jest ve mimiklerimize, sosyal medyada yaptığımız paylaşım, yorum ve yazılarımıza velhasıl her türlü davranışımızda başkalarına örnek olduğumuzu unutmalıyız. Özellikle küçüklerimiz için bir model olduğumuzu hiçbir zaman göz ardı etmeyelim.

Her duyduğumuzu, her gördüğümüzü, sosyal medyada kaynağını bilmediğimiz ve benzeri olan her şeyi paylaşmamalıyız. Bunları dillendirip yazıp çizmemeliyiz. Özellikle haber kaynakları,yazarlar , çizerler  ve herkes duyduğu her şeyi paylaşmamalı… Araştırmalı ve her zaman doğruyu dile getirmeliyiz.
Her şeyi süzgeçten geçirmeliyiz.

Bir şeyi aktaracak olursak; ince eleyip, doğrulayıp ve sonuçlarını hesap etmeliyiz.



 Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bu konu bir hadis-i  şerifte mesajı  şöyledir:

Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur:”Her işittiğini söylemek kişiye günah olarak yeter.”(Ebu Davud ,edeb,80)

Efkan VURAL

20 Eylül 2019 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 20.09.2019 Tarihli Cuma Hutbesi:TEVAZU İNSANI YÜCELTİR

TEVAZU İNSANI YÜCELTİR




Muhterem Müslümanlar!

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Rahmân’ın has kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler…”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Kim Allah için huşûundan dolayı tevazu gösterirse, Allah onu kıyamet gününde yüceltir. Her kim kibrinden dolayı böbürlenirse Allah da onu kıyamet gününde alçaltır.”[2]
Aziz Müminler!

Kamil bir imanın hayatımızdaki en büyük tezahürü, salih amelle birlikte güzel ahlak sahibi olmaktır. Zira güzel ahlak, dünyamızı aydınlatan ve ahiretimizi cennete çeviren en kıymetli sermayemizdir. Bizler, sonu cennet olan bir hayatın ancak güzel ahlakla tamamlanacağına inanırız. Rabbimiz katında bizleri yüceltecek olan bu ahlaki güzelliklerin başında ise tevazu gelir.
Tevazu, alçakgönüllü olmaktır. Kendini beğenmişlikten ve böbürlenmekten uzak durmaktır. Gurur ve kibirden arınmış bir hayatı benimsemektir. Yaratılmış her bir canlıya saygı, şefkat ve merhamet göstermek, kibar davranmaktır.
Kıymetli Müslümanlar!

Biz müminler, tevazuu Peygamber Efendimizden öğrendik. O, daima sade bir hayat sürdü.[3] İnsana, insan olduğu için değer verdi. Mütevazı olmanın, cennet ehlinin özelliklerinden biri olduğunu bildirdi.[4] Müslüman bir kardeşimizi küçük görmenin kötülük olarak bizlere yeteceğini hatırlattı.[5] Resûl-i Ekrem (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde tevazu sahibi olmanın insanı Allah katında yücelten bir vasıf olduğunu bizlere şöyle haber vermiştir: “…Allah, bir kulun hoşgörülü olması sebebiyle izzetini artırır, Allah için tevazu gösteren kişiyi ise yüceltir.”[6]
Değerli Müminler!

Sevgili Peygamberimizi kendisine örnek alan mütevazı bir mümin, bütün nimetlerin asıl sahibinin Yüce Rabbimiz olduğunun bilincindedir.              

Sahip olduğu her bir nimetin aynı zamanda kendisinin bir imtihanı olduğunun farkındadır. Mümin, elindeki bütün imkânları Allah’ın rızasını kazanmak için seferber eder. Makam ve mevkii, şöhret ve zenginliği ne olursa olsun kendini diğer insanlardan farklı bir konumda görmez. Allah katında üstünlüğün ancak takvada olduğuna inanır.
Aziz Müslümanlar!

İslam, bir yandan müminin ruhuna alçak gönüllü olmayı nakşederken, diğer taraftan kibirden olabildiğince uzaklaşmasını hedefler. Çünkü kibir, Peygamberimizin ifadesiyle “Hakikati inkâr etmek ve insanları küçük görmektir.”[7]
Kibirli insan, dünyanın kendi etrafında döndüğünü zanneder. İnsanları küçümseyerek onlardan yüz çevirir. Oysa mümin, hangi sebeple olursa olsun hiç kimseyi hakir görmemelidir. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s) bu konuda bizleri şöyle uyarmıştır: “Allah bana, mütevazı olup birbirinize karşı övünmemenizi ve birbirinize karşı haddi aşan davranışlarda bulunmamanızı vahyetti.”[8]
Kıymetli Müminler!

Mümin, her işinde olduğu gibi tevazuda da aşırıya kaçmaz. Zira mümin, tevazu içinde bir hayat yaşamakla yükümlü olduğu kadar kendisinin ve Müslüman kardeşlerinin şeref ve haysiyetini korumakla da görevlidir. O, müminleri hakir görenlere karşı asil ve vakur duruşunu muhafaza eder. Müslümanların şeref ve izzetini korumak için var gücüyle çalışır. Yüce Rabbimizin Muhammed, Allah’ın Resûlü’dür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı kararlı ve tavizsiz, birbirlerine karşı da merhametlidirler...”[9] buyruğuna gönülden bağlanır.
Muhterem Müminler!

Hayatımızın her alanında tevazuu kuşanalım. Hiç kimseyi incitmeyelim. Fani dünyanın geçici heveslerine aldanarak birbirimizi üzmeyelim. Dünyamızı zindana, ahiretimizi cehenneme çevirecek olan kibirden, gururdan ve riyadan sakınalım. İnsanları küçümseyerek onlara surat asmayalım. Yeryüzünde böbürlenerek yürümeyelim. Unutmayalım ki Yüce Rabbimiz, kibirlenen ve kendisiyle övünen kimseleri sevmez.



[1] Furkân, 25/63.
[2] İbn Hanbel, III, 76.
[3] Müslim, Zühd, 33.
[4] Buhâri, Edeb, 61.
[5] Müslim, Birr, 32.
[6] Müslim, Birr, 69.          
[7] Müslim, Îmân, 147.
[8] Müslim, Cennet, 64.
[9] Fetih, 48/29.

KAYNAK: 

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 

19 Eylül 2019 Perşembe

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler): 52-HAK

                                                                      HAK



Allah'ın en güzel isimleri olan "Esmaü'l-Hüsnâ" dan biri de el -Hak'dır

Hak, “bizzat ve sürekli olarak var olan, gerçekliği mevcut bulunan, varlığı ve ulûhiyyeti fiilen tahakkuk eden” mânasına gelir

El-Hak Ahirette hakkı batıldan ayıran, hak sahiplerine haklarını zalimlerden alıveren.

El-Hak Varlığı hiç değişmeden duran. Allah Teâlâ, varlığı ve ilâhlığı kesin olan, inkârı mümkün olmayandır.

Hak, varlığı hakikî bulunan zâtın ismidir. Yani, varlığı daima sabittir. Allah Teâlâ’nın zâtı, yokluğu kabul etmediği gibi, herhangi bir değişikliği de kabul etmez. Hakikaten var olan yalnız Allah’tır.

Tartışmasız ve şüphesiz olan gerçeğe hak denir. Allah’ın hak olması, onun varlığının kesin olmasıdır. Allah-u Teâla Hakk’tır ve hakkın ta kendisidir. Varlığı zaruri, yokluğu asla düşünülemeyen, hem ezeli hem de ebedi olandır.

Bir insan, Allah’a ‘ilâhî fermanın bildirdiği gibi’ inanıyorsa, bu inancı haktır. Bunun dışındaki inançlar batıldır; çünkü hakikate zıttırlar.

Allah’ın zâtı hak olduğu gibi O’ndan gelen ve O’na rücu eden her şey de haktır; ayrıca emrettiği ve yasakladığı hususlar uyarınca hareket etmek de kullar için haktır yani gereklidir
Fizik âlemindeki bütün değişmez kanunlar, Hak isminden bir tecelli taşırlar.





Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde bazı ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

"Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise batılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür." (Hac Suresi, 62. Ayet)

 De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ Suresi 81. Ayet)

"...Allah'ın apaçık hak olduğunu bileceklerdir."
 (Nûr Suresi 25. Ayet)

De ki: "Gerçek Rabbinizdendir." (Kehf Suresi 29. Ayet)

"Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir; O'ndan başka taptıkları ise hiç şüphesiz bâtıldır. Gerçekten Allah çok yüce, çok uludur." (Lokman Suresi 30. Ayet)

"Gerçek hükümdar olan Allah yücedir..." 
(Tâ-Hâ Suresi 114. Ayet)

"İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Hak’tan sonra sadece sapıklık vardır. O hâlde, nasıl oluyor da (Hak’tan) döndürülüyorsunuz?" (Yûnus Suresi 32. Ayet)

"Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur." (En’âm Suresi 62. Ayet)



 (Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)
Efkan VURAL




14 Eylül 2019 Cumartesi

Diyanet İşleri Başkanlığının 13.09.2019 Tarihli Cuma Hutbesi:HER CAN DOKUNULMAZDIR

Diyanet İşleri Başkanlığının 13.09.2019 Tarihli Cuma Hutbesi:

HER CAN DOKUNULMAZDIR



Muhterem Müslümanlar!

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiştir, lânet etmiştir ve çok büyük bir azap hazırlamıştır.[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Kim zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim insanlara güçlük çıkarırsa, Allah da ona güçlük çıkarır.”[2]
Aziz Müminler!

Yüce dinimiz İslam, adalet ve eman, merhamet ve güven dinidir. İslam’ın koruma altına aldığı değerlerin başında yaşama hakkı gelir. Din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımı olmaksızın bütün insanlar, dinimize göre can dokunulmazlığına sahiptir. Peygamber Efendimiz, Veda Hutbesinde bu gerçeği tüm insanlığa şöyle ilan etmiştir: “Bu Zilhicce ayınız, bu Mekke şehriniz, bu arefe gününüz nasıl mukaddes ise, kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da aynı şekilde mukaddestir, dokunulmazdır.”[3]
Hak ve hukuk tanımadan bir insanın canına kıymak, zulümdür. Mağdur ve yardıma muhtaç durumdaki bir insanın hayatını kurtarmak ise büyük bir onurdur. Bütün peygamberlerin getirmiş olduğu vahyin değişmez ilkesi olan bu husus, Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “…Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir insanı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur...”[4]
Kıymetli Müslümanlar!

Anne karnında hayat bulduğu andan itibaren ölünceye kadar her can saygındır. İslam’ın çizdiği hukuki ve ahlaki sınırlara göre, bir bebek, annesinin hayatını tehlikeye atma gibi tıbbi bir gerekçe olmadıkça, keyfi sebeplerin kurbanı olarak kürtajla yok edilemez. Bir kadın, “namus” bahanesine sığınılarak şiddetin gaddar pençesi altında canından edilemez. “Töremiz böyle emrediyor” diyen koyu bir cehaletle kan davası güdülemez, hiç kimsenin canına kıyılamaz. Hatta can öyle bir emanettir ki, bir insan “Bu can benim değil mi?” diyerek intihara dahi kalkışamaz.

Değerli Müminler!

Asla unutulmamalıdır ki, Rahmân ve Rahîm olan Rabbimizin insanoğluna gönderdiği son din, merhamet üzerine kuruludur. Son dinin Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s), rahmet elçisidir. İslam’da şiddete ve zulme asla yer yoktur. Zira şiddet, zamanın silemediği ve yüreğin unutmadığı ağır bir vicdan yarasıdır. Kadın ya da erkek, çocuk ya da ihtiyar kimin canını yakarsa yaksın, şiddet apaçık bir zulümdür. Zulüm ise haramdır.
Öfkesine, nefretine ya da cehaletine yenik düşerek gücünü kullanıp mazlumu ezen kişi zavallıdır. Şefkat ve merhametten yoksun olanların, hak ve adaletten uzaklaşanların düştüğü çukur ise zifiri karanlıktır.
Aziz Müslümanlar!

Sevgili Peygamberimiz, başta ailesi olmak üzere muhatabı olan bütün insanlara saygı, şefkat ve nezaketle davranmıştır. Kimseye kaba ve kırıcı söz söylememiş, Müslümanların da hiçbir şekilde şiddete başvurmalarına müsaade etmemiştir. Allah Resûlü bir hadis-i şeriflerinde müminleri şöyle uyarmıştır: “Kıyamet günü en şiddetli azap görecek kimseler, dünyada insanlara en çok işkence edenlerdir.”[5]
Muhterem Müminler!

Ne hazindir ki karıncayı dahi incitmekten kaçınması beklenen Müslüman toplumları zaman zaman “Yan baktı! Korna çaldı!” gibi akla hayale gelmeyen sebeplerle birbirinin canına kast eder oldu. Müslümanlar, Kur’an-ı Kerim’in anlaşmazlıklarda hakem tayin etmeyi ve barıştan yana olmayı emrettiğini, Peygamberimizin kendi canına kastedenleri bile pişman olduklarında affettiğini sanki unuttu! Ailede, okulda, iş yerinde, sokakta sabır ve hoşgörüyle davranması gereken müminler, bir anlık öfkelerine yenilip birbirini incitir hale geldi. Oysa Peygamber Efendimiz, aklın değil bileğin gücüne güvenmeyi eleştirmiş ve şöyle buyurmuştu: “Güçlü kimse, insanları güreşte yenen değildir. Bilakis güçlü kimse öfke anında kendisine hâkim olandır.”[6]
Kıymetli Müslümanlar!

Geliniz! Nefes alıp veren her canlıda Yüce Rabbimizin kudretine şahit olalım. Yaratandan ötürü yaratılanı hoş görelim. Elimizle ve dilimizle hiçbir varlığa zarar vermeyelim. “Zarar vermek de yok! Zarara uğramak da yok!”[7] şeklindeki nebevi ilkeye uyalım. Peygamberimizden bize miras kalan “güvenilir mümin olma” erdemine sahip çıkalım. Sıkıntımız ve sorunumuz ne kadar büyük olursa olsun, çözümü asla şiddette aramayalım. İnsan olmanın şerefine yakışır biçimde konuşalım, dinleyelim, anlayalım ve anlaşalım. Hele hele Rabbimizin mukaddes saydığı ve dokunulmaz kıldığı bir cana kıyarak dünyamızı ve ahiretimizi harap etmeyelim.




[1] Nisâ, 4/93.
[2] Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 31.
[3] Buhârî, İlim, 9; Müslim, Kasâme, 30.
[4] Mâide, 5/32.
[5] İbn Hanbel, IV, 90.
[6] Buhârî, Edeb, 76; Müslim, Birr, 107.
[7] İbn Mâce, Ahkâm, 17.
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 
KAYNAK:
Efkan Vural'ın Eğitim,Kültür ve Bilgi  Sitesi

12 Eylül 2019 Perşembe

Kur’anı Kerim’de Mesaj Var-32



Kur’anı Kerim’de Mesaj Var-32


İnsanları farklı kılan özelliklerinden biri de iyi ve güzel işler yapmaktır. İnsanın  yalnız başına yaşaması çok zordur. İnsanlar birbirlerine her zaman ihtiyaç duyarlar. Birlikte paylaştığımız bu dünya yaşamında dışımızdaki insan ve diğer canlılara karşı iyilik ve yardımda bulunmak insanı erdemli kılar.

İnsanın yaratılıştan getirdiği bir takım özellikler vardır. Bunların başında iyilik ve yardım etme duygusu gelir. İnsan başkalarına yardım ve iyilik etmek ister. Yaptığı iyiliklerle de mutlu olur.

Yapılan iyilikler bireylere veya topluma ve hatta tüm insanlığa karşı olabilir.

Bir muhtaca yardım edebildiğimiz gibi, toplumun bir çok kesimine yönelik yardımlarda da bulunabiliriz.

Okul,yol,su,köprü,cami,kütüphane,hastane gibi herkesin yararlanabileceği güzel şeyler yapılabilir. Bunlar yanında okuyarak,çalışarak insanlığa yapılan bilimsel ve teknolojik yardımlarda iyilikler arasındadır.

Sağlık,güvenlik, eğitim,ekonomi alanında vb. hizmetler de çalışanların özveriyle yaptıkları işlerin değeri çok büyüktür.

Bir kimsenin yaptığı işi mesleği en iyi biçimde yapması, işine önem vermesi  iyi ve güzel bir davranıştır.

Yapılan iyilikler şu  kısacık dünya hayatı için düşünülemez. Sonsuz bir hayat olan Ahiret hayatını da göz önüne almamız gerekir.  Ahirete inanan bir kimse iyilik ve hayırlara daha çok önem verecektir. Çünkü sonsuz hayat dünya hayatında kazanılmaktadır.

Dünyada yapılan iyiliklerin öldükten sonraki  yarar sağlaması için en önemli şart iman etmektir.

İman etmek şartıyla yapılan iyiliklerin karşılığı ahrette alınacaktır. İmansız bir şekilde  dünyadan ayrılmak, tüm  sermayesini kaybeden gibidir. Dünyada yaptıklarımızdan yarar görmek için iman şarttır.

İman Yüce Allah’ın var ve bir olduğuna inanmak, Hz.Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna inanmaktır. İmanın altı şartına kesin olarak inanmaktır.

Dünyada yaptığımız iyi ve güzel şeyler karşılığında öteki dünyada (ahirette) karşılık görmek istiyorsak iman etmek gerekiyor.

İman ederek yaptığımız iyilikler karşılığında altından ırmaklar akan,içinde her nimetin bulunduğu sonsuz cennet vardır.


Cennetin anahtarı imandır.İçindeki sonsuz nimetler ,ibadet ve iyiliklerle kazanılır.

Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki mesajı şöyledir: “İman edip güzel işler yapanlara gelince, Rableri onları imanları sebebiyle, hidayete erdirir. Nimetlerle dolu cennetlerde altlarından ırmaklar akar.”   (Yûnus Suresi 9. ayet)


               Efkan VURAL

Bu yazı aşağıdaki web sitelerinde yayınlanmıştır:
MİLLİYET BLOG

6 Eylül 2019 Cuma

06/09/2019 Tarihli Diyanet Cuma Hutbesi MUHARREM AYI VE ÂŞÛRÂ GÜNÜ

MUHARREM AYI VE ÂŞÛR GÜNÜ


Muhterem Müslümanlar!

Yüce Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de bildirdiği üzere “Allah katında ayların sayısı on ikidir.”[1] Bu aylardan biri de içinde bulunduğumuz Muharrem ayıdır. Muharrem ayı, Rabbimizin rahmetine mazhar olmuş müstesna bir zaman dilimidir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) “Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur”[2] buyurarak bu ayın manevi bereketine işaret etmiştir.
Aziz Müminler!

Muharrem ayının tarihimizde ve kültürümüzde de ayrı bir yeri vardır. Muharrem ayı, âşûrâ ayıdır. Âşûrâ, birlik ve beraberliğimizin, paylaşma ve dayanışmamızın simgesidir. Aşure aşındaki farklı nimetlerin kaynaşarak ortak bir tada dönüşmesi gibi, milletimiz de asırlardır birlikte yaşama ahlakının gereği olarak sevinci ve kederi, nimeti ve külfeti, muhabbeti ve meşakkati paylaşmıştır.
Kıymetli Müslümanlar!

Muharrem ayı aynı zamanda hepimizin ortak acısı, tarihimizin yürek yarası olan Kerbelâ olayının yaşandığı aydır. Hz. Hüseyin Efendimiz ve çoğu Ehl-i Beytten olmak üzere, beraberindeki yetmişten fazla Müslüman, Kerbelâ'da şehadet şerbeti içmiştir. Kerbelâ, çetin bir imtihanın ve derin bir hüznün adıdır. Kerbelâ, Sevgili Peygamberimizin aile efradından asırlara miras kalan ağır bir derstir. Bugün Kerbelâ denince bağrı yanan, Hz. Hüseyin anılınca “Ah!” çeken her Müslüman, Kerbelâ üzerine düşünmeli, onu doğru anlamalı ve ondan ibretler çıkarmalıdır.
Değerli Müminler!

Kerbelâ’yı anlamak için Hz. Hüseyin’i tanımak lazımdır. Hz. Hüseyin, dedesi olan Hâtemü'l-Enbiyâ Muhammed Mustafa'nın (s.a.s) yolunda yürüyen şerefli bir mümindir. Hz. Hüseyin, haksızlığın ve zulmün karşısında duran; hakkın, adaletin, vefanın, sadakatin ve erdemin yoluna baş koyan haysiyetli bir Müslümandır.
Hz. Hüseyin’i sevmek, onun, uğruna can verdiği değerleri sahiplenmeyi gerektirir. Zira o, tüm nesiller ve çağlar için onurlu bir hayatın ve asil bir duruşun muhteşem örneğidir. Hz. Hüseyin’in imanını ve ahlakını kuşanmak, aynı zamanda onun yiğit ve fedakâr şahsiyetini gençlerimize aktarmak bizim görevimizdir.
Kıymetli Müslümanlar!

Muharrem ayının bize en büyük mesajı birliğimize ve dirliğimize sahip çıkmak, kardeşliğimizden asla ödün vermemektir. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bizi şöyle uyarır: “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.”[3] Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ise bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “Birbirinize nefret ve düşmanlık beslemeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun.”[4]
Aziz Müslümanlar!

Yeni Kerbelâ’lar yaşamamak için, aynı imanı, acıyı, özlemi taşıyan kalplerimizi birleştirelim. Gönüllerimizde birbirimize yer açalım, hayatlarımızı muhabbetle buluşturalım. Ortak acılarımıza ve çözüm bekleyen sorunlarımıza ferasetle, basiretle, sorumluluk ve duyarlılıkla yaklaşalım. Bizi biz yapan mukaddes değerlerimiz etrafında kenetlenelim. Hz. Hüseyin’in asaletini ve güzel ahlakını kendimize şiar edinelim.
Bu vesileyle şehitlerin serçeşmesi Hz. Hüseyin Efendimiz başta olmak üzere Kerbelâ'dan bugüne kadar, hakikat, hürriyet, izzet ve mukaddesat uğruna canını feda eden bütün şehitlerimizi, rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyorum.
Hutbemi bitirirken bir hususa daha işaret etmek istiyorum. Malumunuz bir eğitim-öğretim yılına daha ulaşmış bulunuyoruz. Önümüzdeki Pazartesi günü inşallah okullar açılıyor. Bu vesileyle yeni eğitim ve öğretim yılının geleceğimizin umudu olan yavrularımıza, her kademeden öğrencimize, değerli öğretmenlerimize ve velilerimize hayırlar getirmesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum. Rabbim evlatlarımıza, sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir dönem geçirmelerini; ülkemizin, milletimizin ve bütün insanlığın faydasına kullanacakları bilgi, beceri ve tecrübeyle donanmalarını nasip eylesin.




[1] Tevbe, 9/36.
[2] Müslim, Sıyâm, 202.
[3] Âl-i İmrân, 3/105.                                      
[4] Buhâri Edeb, 57.
                                   Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

KAYNAK:
Efkan Vural'ın Eğitim,Kültür ve Bilgi  Sitesi

5 Eylül 2019 Perşembe

Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın Öğretisi-8


Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın  Öğretisi-8

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)-4

Allah’ın en güzel isimleri olan doksan dokuz  ismini  açıklamaya devam ediyoruz.

                                     18- REZZAK




Allah’ın isimlerinden biri de er-Rezak’dır.
Sözlükte “rızık vermek “anlamındaki  rzk kökünden türeyen rezzak kelimesi, “kesintisiz biçimde çokça rızık veren demektir. Allah bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp verendir. Bir çok ayette rızık kelimesi geçmektedir. 

Bu ayetlerde insana onun bilgi alanına giren ve girmeyen sayısız canlıya  verilen nimetlerin Allah’ın varlığı ,birliği,kudreti,irade ve merhametinin alametleri olduğu belirtilmekte,insanlardan bu nimetlerin sahibini tanımaları ve ellerindeki imkanlardan başkalarını da faydalandırmaları istenmektedir. Allah bazı ayetlerde dilediği kimselerin rızıklarını bollaştırdığı,dilediklerininkini de daralttığı, bazan da  hesapsız verdiği ifade edilmiştir.

 Allah insanlara maddi ve manevi bir çok rızık vermiştir. Allah rızık olarak insanlara lütuf,bağış,yağmur,yiyecek,meyve,sebze, cennet ve cennetteki  çeşit çeşit nimetler gibi bir çok rızık çeşidi sunmaktadır.

İslam bilginleri rızkı zahiri ve batını olmak üzere ikiye ayırırlar. Zahiri rızık bedenlere ait olanlardır. Allah sayısız yaratığa rızkını veren,onların istifadelerine sunandır. Batını rızık ise zihni ve kalbi  mamur eden bilgi ve marifettir.

Yüce Allah kur’an’da  şöyle buyurmaktadır:

“Ektiğinizi gördünüz mü?  Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık. Hayret eder dururdunuz.  "Doğrusu borç altına girdik."  "Doğrusu, biz yoksul bırakıldık" (derdiniz). İçtiğiniz suya baktınız mı? Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?  Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretseniz ya!”
 (Vakıa Suresi,63-70.ayetler)

“...Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın” dedi.”(Maide suresi,114.ayet)

"Geceyi gündüze bağlayıp-katarsın, gündüzü de geceye bağlayıp-katarsın; diriyi ölüden çıkarırsın, ölüyü de diriden çıkarırsın. Sen, dilediğine hesapsız rızık verirsin."( Al-i İmran suresi, 27. Ayet)
“Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler”  (Enfal Suresi, 3. Ayet)

“Artık Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin. Eğer yalnız O’na ibadet ediyorsanız, Allah’ın nimetine şükredin.” (Nahl suresi,114.ayet)

                                        19- FETTAH



Allah’ın isimlerinden biri de el-Fettah’tır.

Fettah,İyilik kapılarını açan,bütün anlaşmazlıkların nihai hakemliğini yapmak suretiyle mutlak adaleti gerçekleştiren, hak ile batılı bir birinden ayırıp durumu açıklığa kavuşturan,mazlumlara yardım edip mü’min kullarına zafer veren manalarına gelir.
Gaybın anahtarları Allah’ın nezdindedir.

İslam bilginleri fettah ismine öncelikle “hakim”(kadı),manasını vermeyi tercih etmişlerdir. Yine islam alimleri  Fettah’ı kullarına rızık ve rahmet kapılarını açan, işlerinin ve teşebbüslerinin üzerindeki perdeleri kaldıran diye açıklanmıştır.

Bazı bilginlerde fettah  yardımıyla her kapalı şeyin açıldığı ve hidayetiyle her müşkülün çözüldüğünü söylerler.

Allah fettah  ismiyle, kıtlıktan sonra yağmur, fakirlikten sonra zenginlik vermek suretiyle maddi alanda  olabileceği gibi, üzüntüyü  sevince,sapıklığı hidayete,günahkarlığı tövbeye, mağlubiyeti zafere ve cehaleti ilme  çevirmek suretiyle manevi alanlarda da gösterebilir.

Yüce Allah kur’an’da  şöyle buyurmaktadır:

“Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” (En’am  suresi,59.ayet)

De ki: “Rabbimiz hepimizi kıyamet günü bir araya toplayacak, sonra da aramızda hak ile hüküm verecektir. O, gerçeği apaçık ortaya koyan, hakkıyla bilendir.” (Sebe suresi,26.ayet)

“Biz sana apaçık zaferin kapılarını açtık.”(Fetih suresi,1.ayet)
“… Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır (ve) biz Allah’a güvenmişizdir: Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasındaki engelleri kaldır! Çünkü Sen, engel kaldıranların en hayırlısısın!”   (A’raf suresi,89.ayet)

“Senin için bağrını açmadık mı? Senden o yükünü indirmedik mi? O sırtında sana eziyet veren yükünü? Senin şanını yüceltmedik mi? Demek ki, her zorluğun yanında bir de kolaylık var.Evet o zorlukla beraber bir de kolaylık var! “(İnşirah suresi,1-6.ayetler)

                                        20- ALİM



Allah’ın isimlerinden biri de el-Alim’dir.

Alim,”hakkıyla bilen” demektir. Allah’a  nispet edildiğinde,”zaman ve mekan kaydı olmaksızın küçük büyük,gizli aşikar her şeyi,her olayı hakkıyla bilen” anlamına gelir.

Allah her şeyi bilendir. O’nun bilgisinde sınır yoktur.

Kur’an’da Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığı ve O’nun her şeyi  en ince detayları ile  bildiğini  belirten bir çok ayet-i kerime vardır.

Hiçbir şey Allah’ın ilminin dışında değildir. Allah açık ve gizli  bütün şeyleri bilir.O’nun için gizli bir şey yoktur. Allah insanların kalbinden geçenleri de bilir. Allah yaptığımız tüm şeylerin yapılış niyetini  bilir.

Allah’ın bilmesi,bir anda sadece bir şeye yönelip görmek ve bakmak gibi sınırlı olarak bilmek değil, her şeyi geçmişi ve geleceğiyle ezelden ebede daima alim olan Allah bilir. Yüce Allah’ın bilmesine zaman ve mekan engel olmadığı gibi duyu organları ve haber almak gibi herhangi bir vasıtaya ihtiyacı olmaz.

Yüce Allah’ın ilim sıfatını insanların bilmesi gibi tanımlamaya çalışmak yanlış bir  yorumlama olur. Çünkü Allah’ın ilminin keyfiyetini ve mahiyetini, akılların kavraması mümkün değildir. Allah görüleni, görülmeyeni ve geleceği bilir. Gaybın mahiyetini insanın idrak etmesi mümkün değildir. Zira gaybın ilmi ve anahtarları O’nun katındadır.

Yüce Allah kur’an’da  şöyle buyurmaktadır:

“Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” 
 (Mülk suresi,14.ayet)

“Evvel'dir O, başlangıcı yoktur; Âhir'dir O, sonu yoktur; Zâhir'dir O, her şeyde belirir; Bâtın'dır O, gözlerden gizlenmiştir. Her şeyi en güzel biçimde bilendir o.” (Hadid suresi,3.ayet)

“O, görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka tanrı olmayan Allah'tır. O, acıyıcı olandır, acıyandır.” (Haşr suresi,22.ayet)

“O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı (vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, azîz olan (ve her şeyi) pek iyi bilen Allah'ın takdiridir.” 
(En’am suresi,96.ayet)

“Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah’ın takdiri (düzenlemesi)dir.” (Yasin suresi,38.ayet)

“Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takvâ sahiplerini çok iyi bilir.”( Al-i İmran suresi,115.ayet)

“...Şüphesiz O, kalplerde olanı çok iyi bilendir.” (Enfal suresi ,43.ayet)


                                    21- KABİD/KABIZ 



Allah’ın isimlerinden biri de el-Kabid’dir.
 O kullarına vermiş olduğu canı ecel vakti gelince, ruhunu bedenden kabzederek alandır.
Dilediğini sıkan, daraltan O’dur. Rızıkları daraltan, ruhları kabzeden O’dur. Kullarına verdiği rızıkları daraltıp sıkan, kıtlık veren, ruhları alan Kâbıd O’dur. Ölüm vakti gelince emanetini kabzedip alan O’dur.
Allah’ın bu ismi, kullarını imtihan etmek için sıkan, daraltan, rızıklarını da belli bir ölçüde sıkarak daraltan, son nefesimizi verdiğimiz ölüm anında dâhi, kullarına vermiş olduğu canı alan, ruhları kabzeden Kâbıd O’dur.
Allahu Teâla Kâbıd ismiyle kullarına vermiş olduğu lütufları, ikramları, ihsanları kısarak onu imtihana tabi tutar.
Kulunun rızkını daraltarak onu muhtaç hale getirir. Onu içinde bulunduğu rahat bol hayat içerisinde bir yaşam sürerken, birden onun rızkını kısarak yoksullaştırır. Bu hale düşenleri Allah Kâbıd isminin tecellisi ile karşı karşıya getirmiş demektir.
Bir insanın maddi ve manevi yönden çektiği her sıkıntı ve bunalım O’nun el – Kabid isminin tecelli etmesinin gereğidir.
Kulun görevi ise bu tecelliye karşı sabır göstermek ve dua etmek ve her sıkıntının ardından bir bolluk ve bereketin geleceğine dair iman sahibi olmaktır. Çünkü sıkıntıları da ve o sıkıntıların çarelerini de veren O’dur. Çünkü sıkıntıların olduğu gibi mutlulukların da sahibi O’dur.
Yüce Allah kur’an’da  şöyle buyurmaktadır:
 “... Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz.”(Bakara suresi,245.ayet)
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!”( Bakara suresi,155.ayet)
“De ki: “Onlardan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır...”(Enam suresi,64.ayet)
De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” (Ali İmran suresi,26.ayet)
“O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler.” (Bakara suresi,156)
“Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Doğrusu bunda düşünen kimseler için dersler vardır.” (Zümer suresi,42.ayet)

                                          22- BÂSIT 



Allah’ın isimlerinden biri de el-Basıt’dir. Dilediği kullarının rızkını genişleten veya ruhlarını  cesetlerine yayan anlamına gelir.
el-Bâsıt, açan, genişleten, bollaştıran, zaman zaman kulunu imtihan etmek, ya da bir sıkıntıdan kurtarmak, rahmet etmek için hazinelerinin kapılarını açan, kulunu darlıktan çıkarıp, huzura erdiren, kulunun yaptığına, bire bir değil, fazlasıyla, artırarak, karşılık veren demektir.
.
İşlerin iyi gitmesinde, hayırlı ve sevineceğimiz bir haber duyduğumuzda, sıkıntı anında sıkıntıdan kurtulmamızda ve daha bir çok maddi ve manevi zenginliğin tecelli etmesi Allah’ın el-basıt ismiyle mümkündür.
Allah istediği kullarına bolluk,neşe ve mutluluk verir. Allah kalpleri huzura ve ferahlığa kavuşturur. 
Yüce Allah kur’an’da  şöyle buyurmaktadır:
"Elini boynuna bağlayıp asma, onu büsbütün de açma, sonra kınanır, pişmanlık içinde açıkta kalırsın. Şüphesiz ki Rabbın rızkı dilediğine genişletir, dilediğine de bir ölçüye göre daraltır. Çünkü her halde o, kullarından haberdardır ve onları mutlaka görür. " (el-İsrâ, 17/26-27) 
“Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.”(Rad suresi,26.ayet)
“Allah O'dur ki, rüzgârları gönderir, bunlar da bulutu kaldırır. Derken, Allah onu gökte dilediği gibi yayar ve parça parça eder; nihayet arasından yağmurun çıktığını görürsün. Allah dilediği kullarına yağmuru nasip edince, onlar seviniverirler.”(Rum suresi,48.ayet)
“Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir.”( Şura suresi 27. Ayet)

 (Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)

Efkan VURAL