29 Kasım 2017 Çarşamba

Hz. Muhammed’in Hayatı





Sevgili Peygamberimizin doğduğu ayın içindeyiz. Peygamberimiz kameri aylardan Rebiü’l-evvel  ayında doğmuştur. Bu nedenle Peygamberimizin haytını kısaca hatırlatmak istiyorum.
Peygamberimiz(s.a.v.) Fil Yılında doğmuştur.Doğumu  rivayete göre Fil olayından  50gün sonrasına rastlar.
Peygamberimiz Miladi  20 Nisan 571 Pazartesi günü;kameri aylardan Rebiülevvel ayının  onbirini on ikisine bağlayan gece sabaha yakın   doğdu.
Peygamberimiz doğmadan önce babası Abdullah vefat etmişti. Yani Peygamberimiz yetim olarak doğmuştur.
 Peygamberimizin annesi Amine yavrusunun geleneklere uygun olarak , süt  anneye verilmesine rıza gösterir. Annesi Amine yavrusundan 4 yaşına kadar ayrı kalır. Peygamberimiz annesi  ile 4-6 yaş arasında  iki yıl birlikte kalabildi.
Altı yaşında iken annesi de vefat eden sevgili  Peygamberimiz artık bundan sonra da öksüz olarak büyümüştür.
8 yaşına kadar dedesi Abdulmuttalibin yanında, 8 yaşından 25 yaşına kadar da amcası Ebu Talipin yanında kalmıştır.
25 yaşında iken, 40 yaşında olan Hz Hatice ile evlendi.
Peygamberimize 610 yılında hira mağrasında ilk vahiy geldi.
Peygamberimize ve ilk inanlara bir çok işkence yapılmıştır. İlk hicret 615-616 yıllarında habeşistana yapıldı.
620 yılında islam daveti için gittiği Taiften dönerken çocuklar tarafından taşlanarak, büyük bir sıkıntı ve işkence ile Mekkeye döndü.
621-622 yıllarında bir grup Medineli ile görüşüp, onlarla Akabe denilen yerde  sözleştiler. Peygamberimizi ve kendisine inanları Medineye davet ettiler.
Müslümanlar ve Peygamberimiz 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret etti.

Peygamberimiz Medine'de ilk önce bir Mescid yaptırdı. Mescidin inşasında peygamberimizde  bir fiil çalışmıştır.   






Peygamberimiz  Medine’de yaşayan gruplarla görüşerek onlarla ilk defa bir sözleşme yaptı.Bu sözleşme, İslam tarihinde ilk yazılı anayasa olarak kabul edilir.
Peygamberimiz müşriklere karşı sırasıyla Bedir,  Uhud ve  Hendek savaşlarını yaptı.
Savaşlardan bir netice alamayan Müşriklerle, 628 yılında Hudeybiye anlaşması yapıldı.
Peygamberimiz bir çok hükümdarı  islama davet etmek için, onlara  mektup  gönderdi.
Hayber fethedildi.  Mute savaşı yapıldı.
Hudeybiye antlaşmasını bozan Mekkeliler üzerine 10 bin kişilik bir kuvvetle giden Hz. Muhammet Mekke’yi 630 yılında fethetti .
Kabeyi putlardan temizledi.



Mekkelilere umum af ilan etti . Mekkelilerde topluluklar halinde islama girdiler.
Mekkenin fethinden 2 yıl sonra Peygamberimiz  Veda haccını yaptı. Yüz bini aşkın bir müslüman topluluğuna Arafatta son bir konuşma yaptı.  Bu konuşma Peygamberimizin müslümanlara yaptığı son konuşmaydı.  Bu konuşmaya Veda Hutbesi denilmektedir. Peygamberimiz Veda Hutbesinde islam dinini özetliyordu.
Daha sonra Medine’ye dönen Peygamberimiz  hastalanır ve  Miladi,8 Haziran 632 yılında, Hicri 11.yılın Rebiulevvel ayının 12’sinde  Hakka yürür.
Peygamberimiz vefat ettiği odasında defnedildi. Mescidi Nebi’nin yanındaki mezarının bulunduğu mekana  Ravza-ı Mutahhara denilmektedir.(Cennet bahçesi)
Medine’de Mescidi Nebi’nin içinde bulunan Peygamberimizin kabrini hergün binlerce müslüman ziyaret eder, ona selatü selam getirir.
Allah bizleri Peygamberine tabi olanlardan eylesin.
 Peygamberimizin şefaatine nail eylesin.

Ahirette Peygamberimize  komşu eylesin.

Efkan VURAL

Bu yazı aşağıdaki sitelerde yayınlanmıştır:

Celal'in penceresinden:


Milliyet blog:

24 Kasım 2017 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 24.11.2017 Tarihli Cuma Hutbesi




MEVLİD-İ NEBİ

Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey Allah’ın Resûlü! Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey Allah’ın Habibi! Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey Âlemlere Rahmet Nebi!
Kardeşlerim!
Önümüzdeki Çarşamba’yı Perşembe’ye bağlayan gece hep birlikte Mevlid-i Nebi’yi idrak edeceğiz. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed Mustafa (s.a.s) Efendimizin dünyayı teşriflerini bir kez daha coşkuyla kutlayacağız. Geceniz şimdiden mübarek olsun. Yüce Rabbimiz, Resûl-i Ekrem Efendimize duyduğumuz derin hürmet ve muhabbetimizi hiçbir zaman eksik etmesin. Bizleri onun yolundan, sünnet-i seniyyesinden bir an olsun ayırmasın.
Aziz Müminler!
Ümmeti olma bahtiyarlığına erdiğimiz Resûlullah Efendimiz, insanlığa sorumluluk ve görevlerini yeniden hatırlatan son peygamberdir. O bizlere; hayata ve ölüme, maziye ve istikbale dair mümince bir bakışı öğretmiştir. Teslimiyet ve sadakati, hak ve hakikati, insaf ve vicdanı, adalet ve fazileti, sabır ve hoşgörüyü bizzat yaşayarak göstermiştir.
Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in ümmeti olarak bizlere düşen ilk vazife, onu doğru tanıyıp doğru anlamaktır. Onu doğru tanıyıp doğru anlamak ise öncelikle yaratılışın gaye ve hikmetini, insanî ve ahlâkî değerleri, onun hayat anlayışını, şefkat ve merhamet yüklü bakışını anlamaktan geçer. Peygamberimizi doğru tanımak, hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim’i daha iyi anlamaya vesile olacaktır. Zira Yüce Kitabımız, Peygamberimizle yaşanan bir hayata dönüşmüştür.
Kıymetli Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, “Andolsun, Allah’ın Resülünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çokça zikreden kimseler için güzel örnekler vardır.”[1] buyurmuştur. Peygamberimiz (s.a.s) de kendisinin rahmet ve tövbe peygamberi olduğunu belirtmiştir. [2]
Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerif bizlere göstermektedir ki; Peygamberimizi doğru anlamakla birlikte bizlere düşen asıl vazife, onun bizlere yaşayarak öğrettiği Kur’an-ı Kerim’i hayatımıza doğru yansıtmaktır. Peygamber Efendimizin örnekliğini, güzel ahlakını kendimize şiar edinmektir. Onun gibi örnek bir mümin, iyi bir insan olmak için gayret göstermektir. Onun gibi sadakatli bir eş, hayırlı bir evlat, şefkatli bir dede, merhametli bir baba olmaya çalışmaktır. Onun gibi emin bir komşu, candan bir kardeş, vefalı bir akraba olarak tanınmaktır.   
Aziz Kardeşlerim!
Bugün insanlık, Peygamberimiz (s.a.s)’in güzel ahlakına, eşsiz örnekliğine her zamankinden daha fazla muhtaçtır. Zira insanlık, huzursuzluk girdabında, zulüm ve haksızlıkların karanlığında savrulmaktadır. Resûlullah Efendimizin idealleri, varlık ve insan tasavvuru tam olarak kavranamadığı için özellikle İslam coğrafyasında terör, şiddet, savaş ve vahşet kol gezmektedir. Peygamberimizin öldürmeyi değil yaşatmayı esas alan anlayışı bir kenara bırakıldığı için İslam diyarlarında her gün nice insan acımasızca katledilmektedir.
Kardeşlerim!
Bugün Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e karşı yapılabilecek en büyük ihanet, onun mübarek adının bir takım karanlık düşüncelere alet edilmeye çalışılmasıdır. İnsanlığa takdim ettiği yüce değerler kullanılarak güç ve çıkar devşirilmesidir. Mümin gönüllerdeki tertemiz peygamber sevgisi ve muhabbetinin hayasızca istismar edilmesidir. Unutulmamalıdır ki;  Peygamberimizin sünneti ve sireti, örnek hayatı, bizlere miras bıraktığı yüce değerler, müminler olarak hepimize emanettir. Rabbimiz, bizleri bu emanetlere sahip çıkan emin kullarından eylesin.
Aziz Müminler!
Bugün yavrularımızı kendilerine emanet ettiğimiz, nesillerimizin yetişmesinde büyük emekleri olan öğretmenlerimizin günüdür. Değerli öğretmenlerimizin gününü kutlarken aynı zamanda yarın da “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü” olduğunu hatırlatmak istiyorum. Bu günler vesilesiyle Peygamberimizin ilme, alime ve kadına verdiği değeri asla unutmamalıyız. Üzerimize düşen görev ve sorumluluklarımızı ihmal etmemeliyiz.
Hutbemi istiklal şairimizin Peygamberimize yönelik şu dizeleriyle bitirmek istiyorum: 
Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep,
Medyun ona cemiyeti, medyun ona ferdi,
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet,
Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret!





[1] Ahzâb, 33/21.
[2] Müslim, Fedâil, 126.
                               Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

20 Kasım 2017 Pazartesi

Acil Tasarruf Tedbirleri





Lider, güçlü ve kuvvetli bir Türkiye için çok daha ileri bir duruma gelmeliyiz.
Bunun için ülkemizde istikrarlı bir şekilde kalkınmaya ve ilerlemeye devam etmelityiz.
Devlet-Millet el ele verelim, nice güzel  günlere varalım.
Herkes elinden gelen gayreti sarf etmelidir. Ülkemizin  ileri zengin ve güçlü bir duruma gelmesi için milletimizin gayreti ve  yüreği hep birlikte olmalıdır.
Siyasi,mezhebi,meşrebi,coğrafi farklılıkları bir kenara iterek, vatanımızın bütünlüğü,milletimizin bölünmezliği,bağımsızlığımızın korunması,bayrağımız,ezanımız ve tüm kutsal saydığımız değerlerimiz için her zaman bir ve beraber olmalıyız.
Ülkesini seven,milletini seven bizler devletin malını korumalıyız. Devlet malı emanettir. Emanete ihanet etmemeliyiz.
Hepimiz  harcamalarımızda israf etmemeliyiz. Lüzumsüz  ve gereksiz harcamalara yer vememeliyiz.
Resmi ve özel kuruluşların harcama yetkilileri hiçbir şekilde gereksiz harcamalara girmemesi gerekir. Yapılan her türlü harcamanın hem bu dünyada ve de hem ahirette hesabı verilecektir.
Resmi ve özel kuruluşlar acilen tasarruf tedbirlerine başvurmalıdırlar. Tasarrufu  toplumsal olarak sürdürmeli   ve alışkanlık haline getirmeliyiz.
Tasarrufla ilgili bu yazıyı çok zamandır  yazmayı  düşünüyordum. Ancak şimdi nasip oldu.
Çok acil olarak,aşağıda sıralayacağım tedbirler alınır ve sürekli uygulanır hale getirilirse, ülkemizin çok daha güzel günlere kavuşacağına inanıyorum.
1-Büyük ve lider bir ülke olmamızı istemeyen güçler vardır. Bunlara inat  yerli üretimi artırarak,her türlü kalkınmaya eskiden olduğu gibi bu günden sonra da hızla ve daha fazla önem verilmeliyiz.
2- Herkes ve tüm yetkililer,kanunlar çerçevesinde sorumludur. Ancak Allah korkusu hepsinin üstünde olmalı. Her yaptığımızı ve kalbimizden geçen her şeyi  Allah biliyor. Herkes buna göre hareket etmelidir.
3-Tüm harcamalarda (Resmi –özel) israftan kaçınılmalı,gereksiz harcamalardan uzak durmalıyız.
4-Tüm kuruluşlarda mevcut malzeme envanteri hazırlanmalı,fazla ve atıl durumda olanlar;acilen ihtiyaç duyulan yerlere dağıtılmalıdır. Kullanılmayan fazla malzeme(Araç,gereç ) satılarak hazineye kazandırılmalıdır.
5-Öncelikli ihtiyaç olan  malzemeler alınmalıdır. Zorunlu olmayan harcamalar yapılmamalıdır.
6-Lüks olarak algılana bilecek açılış ve kokteyl  vb.şeylerde gösterişe giren  düzenleme ve  harcamalardan  uzak durulmalıdır.(Milyarlarca harcamalarla yapılan organizasyonlardan)
7-Resmi görevler dışında kesinlikle makam ve kuruluş araçları kullanılmamalıdır.(Kul hakkı gözetilmeli , devletin malı  özel  işlerde  kullanılmamalı. Hz.Ömerin adaletini hatırlayalım.Özel ziyaretçileri geldiğinde devletin mumunu yakmazdı.)
8-Makam araçlarının sınırlandırılması. Makam sahiplerinin sabah ve akşam evlerinden  alınması bırakılmasında belli bir mesafe belirlenmeli.İlçe merkezi dışında oturanlar servis yada kendi imkanlarıyla gidip gelmelidir. Yok öyle  ”üç  kuruşa beş köfte” (Mesela A ilçesinde oturan amir  B ilçesinde görevli. Şöfor ise B ilçesinde oturuyor. Devletin aracı günde 4 defa amirin bulunduğu ilçeye gidip geliyor. İlçe bir de uzaksa.... )
9-Seçim çalışmalarında,Parti faaliyetlerinde ve siyasi menfaat sağlanan işlerde devletin hiçbir imkanı kullanılmamalıdır. Bu işlerde yanlış olan algıyı yıkmalıyız. “Balı tutan parmağını yalar” anlayışı doğru değildir.
10-Doğru,yerinde ve mantıklı olan harcamalarda kısıtlamaya gidilmemeli.  Tasarruf yapalım derken,önemli olan ihtiyaçları  ihmal etmemeli...  Örneğin; eğitim,sağlık,adalet ve özellikle güvenlik için ne gerekiyorsa hemen yapılmalıdır.
Evet,burada esasen şunu vurgulamak istiyrum. Devletin ve milletin malı,geliri ve tüm maddi ve manevi değerleri  hepimize emanettir.
Yapılacak uygulamalarda ve harcamalarda kul hakkını gözetmeliyiz. Unutmayalım  devletin her şeyini kendi malınız gibi kullanamayız.  Kendi malımızı bile istediğimiz gibi kullanamayız. Ailemizin ve yakınlarımızın da hakkını korumalıyız.
Şu gerçeği asla unutmayalım: Allah zerre miktarınca da olsa ;yapılan iyiliğinde, kötülüğünde karşılığını verecektir. Ahirette her şeyin hesabını soracaktır.(Zilzal suresi,7.8.ayetler)
Ahirette yaptıklarımız önümüze konulacaktır.
Yüce Allah’ın bu konuda Kur’an-ı Kerim’de ki,  mesajı şöyledir:
“Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. «Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!» Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”(Kehf suresi,49.ayet)
Herkes yetkisi alanında sorumludur. Allah katında da sorumlu tutulacaktır.
Devlet-Millet el ele verelim, nice güzel  günlere varalım...

Efkan VURAL

Bu Yazı Aşağıdaki Web Sitelerinde Yayınlanmıştır:

Of-Havadis:

Milliyet Blog:

17 Kasım 2017 Cuma

Aaaaaaaa

Aaaaaaa

Diyanet İşleri Başkanlığının 17.11.2017 Tarihli Cuma Hutbesi)

Diyanet İşleri Başkanlığının 17.11.2017 Tarihli Cuma Hutbesi)

10 Kasım 2017 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının10.11.2017 Tarihli Cuma Hutbesi)

Diyanet İşleri Başkanlığının 10.11.2017 Tarihli Cuma Hutbesi)

Kur’an-ı Kerim’den Mesaj Var-16



Kur’an-ı Kerim’den Mesaj Var-16



Dünya üzerinde sürekli depremler meydana gelmektedir.
Ülkemiz deprem kuşağında bulunmaktadır. Dolayısıyla ülkemizde  çok  büyük depremler yaşanmıştır. Dünyanın pek çok yerinde  şiddetli depremler olmaktadır. Dünyanın yaratılış gereği,depremler olmaya devam edecektir.
Ülkemizde  17 Ağustos 1999 Marmara  depremi çok büyük bir deprem olarak kaydedilmiştir. Bazılarımız o günleri çok iyi hatırlar.  Binlerce can kaybı ve yaralılar olmuştu. Milyarlarca maddi zararlar meydana gelmişti.
Depremde yıkılan binaların yanında,hiç  zarar görmeyen yada az hasarlı binalara da rastlanıyordu. Neden bazı binalar yıkıldı bazıları yıkılmadı. Çünkü binaların yapılışında hileli yaklaşımlar vardı. Kum,çimento ve özellikle demir  kullanımı gereğinden az olmuş,yada kalitesiz malzemeler kullnılmıştır.
Ölen ve maddi kayıba uğrayanların vebali ,binaların yapımında yetkili ve sorumlu olan kişiler üzerindedir.  Allah bunlardan  hesabını soracaktır. Çünkü dinimizde zerre miktarı bile olsa,iyiliğin veye kötülüğün karşılığı verilecektir.
(Zilzal suresi,7.ve8.ayetler)
Depremde ve afetlerde yaşanılan kayıplar  insanların bilerek veya bilmeyerek yaptıklarından dolayıdır.
Herkes kendi üzerine düşen işi en iyi bir biçimde ve sağlam olarak yapmalıdır. Unutmayalım musibetler kendi yaptıklarımız yüzündendir.
Yaptıklarımızda Hak ve hukuğu unutuyor,kendi menfaat ve isteklerimiz doğrultusunda hareket ediyoruz. Kul hakkına  önem vermeden  işlerimizi yürütüyoruz.
Sonradan  başımıza gelenleri  kadere bağlayıp geçiştiremeyiz.
Yaptığımız her şeyden biz sorumluyuz. Çünkü Allah bize akıl ve hür  irade vermiştir. Hür irademizle yaptığımız işlerden  hesaba çekileceğiz. Yaptıklarımızın sonuçlarıyla elbette  bir gün  yüzleşeceğiz.
Yüce Allah’ın bu konuda Kur’an-ı Kerim’deki mesajı şöyledir:
“Başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder.”(Şuara suresi,30.ayet)
İyi  ve düzgün iş yapmayı başkalarından beklemeyelim. Biz işimizi en iyi şekilde yapalım.
Yaptıklarımızdan da sorumlu olacağımızı unutmayalım.
Günahlarımız yüzünden musibetleri üzerimize çekmeyelim. Güzel davranışlarla hayatımızı sürdürelim.
Hem bu dünyada ve hemde ahirette hesaba çekileceğimizi bilelim.

Efkan VURAL

Bu Yazı Aşağıdaki Web Sitelerinde Yayınlanmıştır:

Celal'in Penceresinden:

Milliyet Blog:



3 Kasım 2017 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 03.11.2017 Tarihli Cuma Hutbesi)






                      SÜNNET: NEBEVİ KILAVUZ

Aziz Müminler!


Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “(Resûlüm!) De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’ ”[1]


Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.”[2]


Değerli Kardeşlerim!


İman edilmesi gereken esaslardan biri de peygamberlere imandır. Müminler olarak bizler, Âdem (a.s.)’dan Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’e kadar gönderilen bütün peygamberleri tasdik ederiz. Peygamberimize ve onun tebliğ ettiği hususların tamamına inanırız. İmanımızın sözlü bir ifadesi olan kelime-i şehadette ve kelime-i tevhitte bu inancımızı gönülden dile getiririz. Biliriz ve iman ederiz ki Peygamberimize iman olmadan tevhit inancı olmaz. Peygamberimizi herkesten ve her şeyden daha çok sevmedikçe kâmil manada mümin olunamaz. Biliriz ve iman ederiz ki onun sahih sünnetine tabi olmadan gerçek anlamda İslam dini yaşanamaz.


Aziz Kardeşlerim!


Bizler, Yüce dinimiz İslam’ı iki ana kaynaktan öğreniriz. Birincisi hidayet rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim’dir. İkincisi ise Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in çağlara ışık tutan sünnet-i seniyyesidir. Nasıl ki peygambere iman olmadan Allah’a imanın bir geçerliliği yoksa Peygamberimizin örnek hayatı, sireti, sahih sünneti ve hadisleri olmadan da Kur’an-ı Kerim’i doğru anlamak ve yaşanan bir hayata dönüştürmek mümkün değildir. Zira Kur’an-ı Kerim, Peygamberimize indirilmiş, O’nunla anlaşılmış ve O’nun örnekliğinde hayata yansıtılmıştır.


Kardeşlerim!


Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de,   “Ey İman edenler! Allah’a ve Resûlüne iman edin…”[3] buyurarak kendisiyle birlikte Resûlüne inanmayı emretmiştir.


“Ey İman edenler! Allah’a ve Resûlüne itaat edin…”[4] buyurarak kendisine itaatle birlikte Resûlüne tabi olmayı da emretmiştir. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ifade edildiği üzere Peygamber Efendimize uymak Allah’ı sevmekle doğrudan ilgili ve irtibatlıdır. Bu itibarla, Peygamber Efendimize hürmet göstermeyen bir inanç, kişiyi ne mümin kılar, ne de Müslüman.


Aziz Müminler!


Peygamberimiz, bütün insanlığa gönderilmiş rahmet ve hidayet kaynağıdır. O, bize varoluşumuzun gayesini haber vermiştir. Allah’a, doğru ve hakkıyla ibadet etmenin, O’nun rızasını kazanmanın yolunu öğretmiştir. O, bizleri özüyle ve sözüyle fazilet ve erdeme davet etmiştir.


Şu bir gerçektir ki; dünya ve ahiret saadeti hedefleyen her mümin, Peygamberimiz (s.a.s)’in sahih sünnetine tabi olmak durumundadır. Gerçek anlamda sünnete tabi olmaksa, öncelikle Kur’an-ı Kerim’i Peygamberimizin tebliğ ettiği şekilde doğru anlayıp hayatımıza yansıtmaktan geçer. Sünnete uymak müminleri engin bir gönle, derin bir ufka, yüce bir ruha, erdemli bir karaktere ulaştırır. Sünnete tabi olmak, cehalet ve tembelliğin, kin ve nefretin, şiddet ve tefrikanın karşısında dimdik durmaktır. Gelecek nesillere daha yaşanılabilir bir dünya bırakmak için her daim yüce ideallerin peşinden koşmaktır. Sünnete tabi olmak, Peygamber Efendimiz gibi feraset ve basireti, sadakat ve güvenilirliği, sabrı ve metaneti, şefkat ve merhameti, saygı ve sevgiyi, dahası ahlakı kuşanmaktır.


Aziz Kardeşlerim!


Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in örnek hayatını bizlere aktaran sünneti ve hadisleri bütün müminlerin ortak mirasıdır. Peygamberimize gönülden muhabbet besleyen, O’nun örnekliğini benimseyen, yolundan yürüyen her bir mümin, sünnet ehlidir. Hiçbir kimse ya da zümrenin, kendisini sünnetin tek hamisi olarak görmeye hakkı yoktur. Aynı şekilde sünneti itibarsızlaştırmaya ve devre dışı bırakmaya yönelik anlayış ve gayretler de beyhude birer çabadan ibarettir. Unutulmamalıdır ki Allah Resûlü (s.a.s)’in sünnet-i seniyyesi üzerinden ötekileştirici, ayrıştırıcı bir takım söylemler; kardeşliğimizi, muhabbetimizi, birlik ve beraberliğimizi zedeleyecektir.


Ne mutlu Allah ve O’nun Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’in yolundan gidenlere! Ne mutlu Allah’ın Kitabına ve O’nun Peygamberinin sünnetine ittiba edenlere!


Salat ve selam senin üzerine olsun Ey Allah’ın Resûlü! Salat ve selam senin üzerine olsun Ey Allah’ın Habibi! 


Kardeşlerim!


Dün milletimizin bekası ve huzuru için canlarını feda eden aziz şehitlerimize Cenab-ı Haktan rahmet niyaz ediyor, yakınlarına ve milletimize sabır ve baş sağlığı diliyorum. Yüce Rabbimiz, şehitlerimizin uğrunda canlarını verdikleri değerlerimizden bizleri asla ayırmasın.








[1] Âl-i İmrân, 3/31.


[2] Muvatta’ , Kader, 3.


[3] Nisâ, 4/136.




[4] Nisâ, 4/59.