29 Kasım 2019 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 29.11.2019 Tarihli Cuma Hutbesi: DİNİN ÖZÜ SAMİMİYETTİR



DİNİN ÖZÜ SAMİMİYETTİR





Muhterem Müslümanlar!
Okuduğum ayet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Biz bu kitabı sana gerçeğin bilgisi olarak indirdik. Öyleyse samimi bir inanç ve bağlılık göstererek sadece Allah’a kulluk et.”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah, ancak samimiyetle ve sadece kendi rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.”[2]
Aziz Müminler!
Yüce dinimiz İslam’ın özü samimiyettir. Söz ve davranışlarımızın Allah katında değer kazanması, samimiyetimize bağlıdır. Samimiyet; Rabbimize gönülden iman etmek, bu imanın gereği olarak da hiçbir dünyevi karşılık ve menfaat beklemeden sadece Allah’ın rızasını amaçlayarak yaşamaktır. Samimiyet, canlı-cansız bütün varlıklara karşı iyi niyet beslemektir. Samimiyet, ya olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmaktır.
Kıymetli Müslümanlar!
Resûl-i Ekrem (s.a.s) bir hadisinde اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ “Din samimiyettir.” buyurmuştur. Sahabe-i kiram merak edip, “Kime karşı samimiyet Yâ Resûlallah?” diye sorunca Sevgili Peygamberimiz şöyle cevap vermiştir: “Allah’a, Kitabı’na, Resûlü’ne, Müslümanların idarecilerine ve bütün Müslümanlara.”[3]
Peygamberimizin mübarek ifadelerinden anlıyoruz ki, din deyince aklımıza samimiyet gelmelidir. İslam dinini ihlas ve samimiyetten, halis niyetler ve saf yüreklerden ayrı düşünmek imkânsızdır.
Müslüman, Cenâb-ı Hakk’a samimiyetle kulluk eder. İbadetlerinin, dualarının, yardım taleplerinin tek muhatabı Allah’tır. “Sözlerin en güzeli” olan Kur’an-ı Kerim’e samimiyetle bağlanır. Kur’an’ın lafzını zihnine, hükmünü hayatına aktarmak için gayret eder. Resûl-i Ekrem Efendimize sadakatle itaat eder. Derin bir sevgi ve samimiyetle onu örnek alır, onun gibi yaşamak için uğraşır.
Müslüman, içinde yaşadığı toplumda huzurun hâkim olması, barış ve güvenin sağlanması için kul hakkına riayet eder. Eğitimden ticarete, aileden mahalleye her alanda ve her şartta hakkı, hukuku ve adaleti korur. Amir ya da memur, kadın ya da erkek, çocuk ya da yetişkin farkı gözetmeksizin, çevresindeki herkese karşı sorumluluklarını samimiyetle yerine getirir.
Müslüman, “ümmet-i Muhammed” ailesinin şerefli bir ferdi olduğunun idrakindedir. Cinsiyeti, ırkı, rengi ve dili ne olursa olsun, bütün müminlere karşı hasbi davranır. Şefkat ve merhametle açılan kardeşlik kollarını, muhabbetle edilen sıcak bir kardeş duasını her türlü kazancın üstünde tutar.
Değerli Müminler!
İnsanı hırsına esir eden ve samimiyete gölge düşüren en büyük illet, riya ve gösteriştir. Yüce dinimiz, söz ve davranışlarımızın her türlü hileden ve çıkar oyunlarından uzak olmasını emreder. “Karşılığını sadece Allah’tan umarak” iyi işler yapmayı bize öğütler. Dürüstlükten ve samimiyetten ödün veren, insanların gözünü boyayarak kazanç sağladığını zanneden kimselerin aslında kaybettiğini söyler. Zira “görsünler ve duysunlar diye” iş yapan riyakârın eline geçecek olan, dünyada da ahirette de ziyandan başka bir şey değildir.
Aziz Müslümanlar!
Allah Resûlü (s.a.s) bir hadis-i şerifinde bizleri şöyle uyarmaktadır: “Allah sizin görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.”[4] O halde, Rabbimizin katında iyi bir kul, halis bir Müslüman olmak istiyorsak, temiz bir yüreğe ve samimi amellere sahip olalım. Allah’ın rızasını hayatımızın amacı haline getirelim. O’nun gizli-açık her halimizi görüp bildiğini ve sadece samimiyetle yaptıklarımızı ödüllendirdiğini aklımızdan çıkarmayalım. Gösterişten ve ikiyüzlülükten uzak duralım. Hep birlikte Peygamberimizin duasıyla Allah’a yalvaralım: “Ey Rabbimiz ve her şeyin Rabbi olan Allah’ım! Beni ve ailemi dünya ve âhirette her an sana ihlâsla bağlı kıl. Ey yücelik ve ikram sahibi!”[5]


[1] Zümer, 39/2.
[2] Nesâî, Cihâd, 24.
[3] Müslim, Îmân, 95.
[4] Müslim, Birr, 34.
[5] Ebû Dâvûd, Vitr, 25.
 KAYNAK: 
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler):57-HAMÎD


                                                                  HAMÎD



Allah'ın en güzel isimleri olan "Esmaü'l-Hüsnâ" dan biri de el- Hamîd 'dir.

Hamîd kelimesi “iyilik, güzellik ve erdemlilikle niteleyip övmek” anlamındaki hamd mastarından sıfat olup “övülen, övgüye lâyık bulunan”, ayrıca “öven” manalarına gelir. Âlimlerin çoğu, esmâ-i hüsnâdan biri olarak hamîdin ilk anlamına öncelik vermiştir.
El-Hamîd:Tüm övgülerin tek mercii. Övülmekte eşsiz ve benzersiz olan

El-Hamîd : Övülmeye layıktır.

Hamîd, çok övülen, övgüyle değer sıfatlarıyla hamt edilendir.

Bütün varlığın diliyle övülmeye layık ve her an ancak O’na hamt edilen tek yüce varlık anlamlarına gelir.

Hamid, hamt edilmeyi hak eden, hamda layık olandır. Çünkü O, vardı ve bütün varlıkları ve insanı yoktan var etti. Sonra iki üstün nimeti akıl ve hayatı insanda topladı. sonra ona sayısız nimetler verdi ve onu, bütün varlıklara üstün kıldı. Ona çalışma izni  verdi. O halde Ondan başka kim hamt edilmeye layık olur? Hayır bütün övgüler ve hamdler sadece Allah’a dır, başkasına değil. Bütün bu minnet ve bağışlar başkasından değil sadece Ondan'dır.



Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde bazı ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve ışığı var eden Allah’a mahsustur.” (En'âm Suresi -1. Ayet)

 “Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.”(Fatiha Suresi,2.Ayet)

“O, insanlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O, dost olandır, övülmeye lâyık olandır.” (Şûrâ Suresi 28. Ayet)

“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.”( İsrâ Sûresi 44. Ayet)

“Göklerde ve yerde ne varsa Onundur. Hakikaten Allah, yalnız O zengindir, övgüye değerdir.” (Hac Suresi 64. Ayet)

“O hâlde, Rabbini hamt ile tespih et (yücelt) ve secde edenlerden ol.”( Hicr Suresi 98. Ayet)

(Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)
Efkan VURAL

22 Kasım 2019 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 22.11.2019 Tarihli Cuma Hutbesi:MUSİBETLER KARŞISINDA MÜMİNİN TAVRI


MUSİBETLER KARŞISINDA MÜMİNİN TAVRI

Muhterem Müslümanlar!

Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir gün, çocuğunun kabri başında feryat eden bir kadına rastladı. Acılı anneye, “Allah’a isyan etmekten sakın ve sabret!” diyerek nasihatte bulundu. Üzüntüsünden Allah Resûlü’nü tanıyamayan kadın, “Bana karışma! Benim başıma gelen senin başına gelmedi ki!” deyiverdi. Bir müddet sonra kendisine nasihat edenin Resûl-i Ekrem olduğunu anlayınca Peygamberimizin huzuruna gelerek özrünü beyan etti. Bunun üzerine Rahmet Elçisi (s.a.s), şu özlü tavsiyede bulundu: 

 “Gerçek sabır, musibetin geldiği ilk anda gösterilen sabırdır.”[1]
Aziz Müminler!

Hayatın akışı içerisinde her birimizin yaşadığı zorluklar, çile ve kederler, maddi ve manevi sıkıntılar olması mukadderdir. Çünkü bu dünya, adı üstünde, “imtihan dünyası”dır. Başa çıkmak için uğraştığımız imtihanlardan çok daha fazlasını Resûlullah (s.a.s) yaşamıştır. O, daha doğmadan babasını, henüz altı yaşındayken annesini kaybetmiş, yetim ve öksüz olarak büyümüştür. Can yoldaşı eşini ve altı çocuğunu kendi elleriyle toprağa vermiştir. Mekke’de bir avuç müminle birlikte müşriklerin amansız baskı ve işkencelerine, kısıtlama ve dışlamalarına maruz kalmıştır. Bütün bu sıkıntı ve musibetlere rağmen, Peygamber Efendimiz asla ümidini ve inancını kaybetmemiş, daima Rabbine sığınmış ve O’ndan yardım istemiştir. Şiddetten değil, merhametten yana tavır almış ve hiçbir zaman Allah’ın razı olmayacağı çözümlere tevessül etmemiştir.
Kıymetli Müslümanlar!

Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!”[2]
Elbette hiçbirimiz zorluklarla karşılaşmayı arzu etmeyiz. Ancak müminler olarak biliriz ki, hayatın güzel anları kadar, sıkıntılı zamanları da dünya imtihanımızın birer parçasıdır. Cenab-ı Hak, insanı bazen elindekileri alarak bazen de fazlasıyla nimet vererek imtihan eder. Bu yüzden, musibet karşısında isyan etmek, kırıp dökmek ya da kötü söz söylemek yerine öncelikle sabırlı ve metanetli olmaya gayret gösteririz. Sağduyu ve akl-ı selim ile hareket ederiz. Sıkıntıyı aşmak için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getiririz. Bizler, her musibetten dünyamıza ve ahiretimize yönelik dersler çıkartırız. Benzer sıkıntılara maruz kalmamak için hata ve ihmallerimizi gözden geçiririz. İlim sahibi, tecrübeli insanlardan yardım alır, ondan sonra da Rabbimize tevekkül ederiz.
Değerli Müminler!

Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Müminin hali ne hoştur! Her hali kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde sabreder; bu da onun için hayır olur.”[3]
O halde, iyi günde olduğu kadar, kötü günde de hayata tutunmak ve Rabbimizle aramızdaki bağdan güç almak, imanın güzelliğindendir. Bunalmış bir insanın, çaresizliğini şiddete dönüştürmesi, kadın ve çocuklardan öfkesini çıkarması ise zulümdür. Hiçbir sıkıntı, anlaşmazlık ya da bunalım, kadına şiddeti reva gören bir zihniyetin mazereti olamaz. Çünkü şiddet, kul hakkı çiğnemektir; acı ve nefret tohumlarıyla aileyi zehirlemektir. Hâlbuki mümin, elinden ve dilinden merhamet yayılan, çevresine güven ve huzur aşılayan kimsedir. Zorluklar karşısında kişinin kendisine ya da ailesine zarar vermesi asla çözüm değildir. Dinimiz, ne kendinin ne de başkasının ıstırabını dindirmek amacıyla bile olsa Allah’ın emaneti olan canına kıymaya kesinlikle izin vermez. Çünkü dert varsa, dertlere derman olan Allah vardır. “O ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır!”[4] Sıkıntı varsa, sıkıntılara elbirliği ile çözüm bulacak dostlar, komşular, akrabalar vardır. “Müminler ancak kardeştir!”[5]
Aziz Müslümanlar!

Acılarımızı isyana ve zulme dönüştürmeyelim. Yaşadığımız zorluklar karşısındaki metanetli tavrımızın, Allah katında nice kolaylığın müjdecisi olacağını unutmayalım. Bizler bu dünyaya, inanmak ve iyi işler yapmak için geldik. Peygamberimizin umut ve teselli vadeden şu hadisini hatırlayalım: “Vücuduna batan bir diken bile olsa, başına gelen her türlü musibet karşısında Müslüman’ın günahları affolunur.”[6] Rabbimizin yardımından ve rahmetinden ümidimizi kesmeyelim. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in duasıyla Yüce Rabbimize niyaz edelim: “Biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz. Allah’ım! Başıma gelen musibetin mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.”[7]




[1] Buhârî, Cenâiz,31.
[2] Bakara, 2/155.
[3] Müslim, Zühd, 64.
[4] Enfâl, 8/40.
[5] Hucurât, 49/10.
[6] Buhârî, Merdâ, 1.
[7] Müslim, Cenâiz, 4.

KAYNAK: 
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 

Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın Öğretisi-10


Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)-6

Allah’ın en güzel isimleri olan doksan dokuz ismini açıklamaya devam ediyoruz.
29- HAKEM
Allah’ın isimlerinden biri de el-Hakem’dir.
El-Hakem: Sözlükte, Hükmeden, hak ile batılın, yanlış ile doğrunun, güzel ile çirkinin ve iyi ile kötünün arasını ayıran, hakkı yerine getiren demektir. Allah’u Teâlâ Hâkim’dir, her şey’in hükmünü de O vermektedir.
O’nun hükmü olmadan hiçbir şey, hiçbir olay meydana gelemez ve O’nun hükmünü bozacak, geri bıraktıracak hiçbir kuvvet olamaz. Tek hüküm Yüce Yaratana aittir.
El-Hakem; Hakkı batıldan ayıran ve kıyamet günü kullarının arasında hükmedip haksız ve zalimlerden mazlumun hakkını alıp sahibine iade eden veren manası içermektedir.
Allah-u Teâlâ Hakem’dir. Hak ile hükmeder. Hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ve iyiyi kötüden ayırır. Eğer Cenab-ı Hakk’ın bu isminin tecellisi olmasaydı, bizler bu zıtlar arasında bir ayırım yapamayacak, neyin hak, neyin batıl; neyin güzel, neyin çirkin ve neyin iyi, neyin kötü olduğunu hiçbir zaman bilemeyecektik.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
(De ki:) "Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki,  size kitabı açıklanmış olarak indiren O’ dur. " Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur’an’ın gerçekten rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma! (En'âm Suresi,114 . Ayet)
“ Eğer içinizden bir gurup benimle gönderilene inanır, bir gurup da inanmazsa, Allah aranızda hükmedinceye kadar bekleyin. O hakimlerin en iyisidir.” (A’raf suresi,87.ayet)
“Allah kıyamet gününde, ihtilâf etmekte olduğunuz konulara dair aranızda hüküm verecektir.”(Hac suresi,69.ayet)
“Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir?” (Tin suresi,8.ayet)
30- ADL
Allah’ın isimlerinden biri de el-Hakem’dir.
El-Adl: Gerçekten tam adalet sahibi olan Allah’tır. Mutlak adil olup, her şeyi yerli yerinde yapan O’dur. Tüm yaptıkları hak ve adalet üzere olandır. Çok Adaletli olan O’dur. Adaletle hükmeden O ’dur. Allah Adl’dir. Adaleti sonsuzdur. Onun ötesinde bir adalet düşünülemez.
“Adl”, Allah’ın isimlerinden biri olarak kullanıldığında mübalağa ifade eden bir sıfat olup “çok âdil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan” anlamına gelir.
İslam bilginleri,” adle”, “Allah’ın, yaratıklarına nimet vermesi ve ihsanda bulunması” manasını verirler.
Allah varlık âleminde adaletini en güzel biçimde göstermektedir. Aynı şekilde Allah, kullarının yaptıklarına da adalet üzere karşılık verecektir.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim de zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.” ( Zilzâl Sûresi,7-8.ayetler)
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide suresi,8.ayet)
“...Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.” (Hucurat suresi,9.ayet)
“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.” (Mümtehine Suresi, 8. Ayet)
“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisâ Suresi ,58. Ayet)
“...Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.” (Mâide Suresi, 42. Ayet)
31- LÂTîF
Allah’ın isimlerinden biri de el-Hakem’dir.
El-Latif, “nazik ve yumuşak davranan, yumuşaklıkla muamele eden” demektir. Aynı kelime letâfet kökünden türemiş kabul edilerek “ince ve şeffaf, küçük ve hacimsiz olan” manasında da kullanılır. Latîf Allah’ın isimlerinden biri olarak “fiillerini rifk ile gerçekleştiren, kullarına iyilik ve merhamet eden, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan, zâtı duyularla algılanamayan, en gizli ve ince hususları dahi bilen” anlamlarına gelir
Yüce Allah tüm faydalı, hoş güzellikleri kullarına hayır ve iyiliklerle ihsan eder.
Kuran-ı Kerim’de birçok süre ve ayette Latif ismiyle Rabbimizin ne kadar bol lütuf, kerem sahibi, hayır ve iyilikleri kullarına hiç sezilmeyen yollardan onlara ulaştıran Latif olduğunu anlatır.
Allah’ın lütuf ve ihsanları sonsuz ve sınırsızdır. Kullarını, akla hayale gelmeyen, hadde hesaba sığmayan nimetlerle donatıp ikram ve ihsanlarda bulunmaktadır.
Latîf olan Allah (c.c), mümin kullarına her türlü zor durumda yardım ederek de lütfunu gösterir.
Allah iman edenlerin dünyada tek dostu ve velisi olduğu gibi ahirette de onlara yardın edecek, kötülüklerini iyiliklere çevirecek ve onlara lütufta bulunacaktır.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.”
(Mülk Suresi, 14. Ayet)
“Gözler O’nu idrak edemez, halbuki  O gözleri idrak eder. O en ince şeyleri bilir ve her şeyden haberdardır.” (En'âm Suresi,103. Ayet)
“Allah, kullarına çok lütufkârdır; dilediğini rızıklandırır. O'dur en güçlü, O'dur en yüce.”
( Şûrâ Suresi 19. Ayet)
Lokmân, "Sevgili oğlum" (dedi), "Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah onu açığa çıkarır. Kuşkusuz Allah her şeyi bütün gizlilikleriyle bilir, O her şeyden haberdardır."
(Lokmân Suresi, 16 . Ayet)
“Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, kalplerin içindekini bilmektedir.”
(Mülk suresi,13.ayet)
“And olsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitap ve hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler.” (Âl-i İmrân Suresi 164. Ayet)
“Allah’ın gökten yağmur indirdiği, böylece yeryüzünün yemyeşil olduğunu görmedin mi? Şüphesiz Allah, çok lütufkârdır, hakkıyla haberdardır.” (Hac Suresi 63. Ayet)
32- HABîR
Allah’ın isimlerinden biri de el-Habir’dir.
El-Habir Her şeyin iç yüzünden haberdar olan, gizli veya açık, her şeyi bilen, haberdar olan demektir.
Allah her şeyden haberdardır. Hiçbir halimiz O’ndan gizlenemez. Her şeyin iç yüzünü bilir, en gizli yaptıklarımıza vakıf olur. Sadece yaptıklarımızı değil, gönüllerimize düşenleri, aklımızdan geçenleri, nefsimizin sesini, niyetlerimizi ve en gizli hallerimizi bilir…
O öyle bir Allah’tır ki, gece veya gündüz demeden hiçbir şey ondan saklı kalamaz. Gözle görülmesi mümkün olmayan bir mikrop O’ndan gizlenemez. Bir yaprak O’ndan habersiz düşemez. Bir zerre O’ndan saklanarak hareket edemez.
Hz. Lokman da evladına bu ismin tecellisini şöyle anlatmaktadır:
“Yavrucuğum! Yaptığın bir hardal tanesi ağırlığında olsa, bir kaya içinde veya göklerde yahut yerin dibinde gizlense, Allah onu getirir! Şüphesiz Allah Latif’tir ve Habir’dir.”(Lokman suresi,16.ayet)
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Ey inananlar! Allah'tan sakının; herkes yarına ne hazırladığına baksın; Allah'tan sakının, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.” (Haşr Suresi 18. Ayet)
“İşte o gün (anlayacaklar ki), rableri onlardan tam manasıyla haberdardır!”
(Âdiyât Suresi ,11 . ayet)
“Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.”( Mülk Suresi, 14. Ayet)
“Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münâfikûn Suresi, 11.ayet)
“De ki: “- Allah, sizinle benim aramda şahit olarak yeter. Muhakkak ki o, kullarının yaptığından haberdardır, bütün hallerini görendir.” (İsrâ Suresi,96. ayet)
“Gözler O’nu idrak edemez, halbuki O gözleri idrak eder. O en ince şeyleri bilir ve her şeyden haberdardır.” (En'âm Suresi, 103. ayet)
“Ölümsüz ve daima diri olan Allah´a güvenip dayan. O´nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını  O´nun  bilmesi yeter.” (Furkân Suresi, 58. ayet)
33- HALîM
Allah’ın isimlerinden biri de el-Halim’dir.
el-Halim, Acele ile ve kızgınlıkla hareket etmeyen. Allah kullarına cezada acele etmez. Onların pişman olup tevbe etmeleri için mühlet verir. Allah’ın insanları cezalandırmaya gücü yetse bile onlara ceza vermeyendir. Kulları ona isyan etse bile hemen öfkelenmeyendir.
Halim, yumuşak ahlaklı, güler yüzlü demektir. Öfkesiz ve sabırlı demektir. Cenab-ı Hak ne kadar yumuşak bir kudrete sahiptir ki günah yapan ve sabahtan akşama kadar O'nu inkar etmekle uğraşan kullarına acele olarak azap etmiyor ve onlara mühlet veriyor. Bu da bizim için büyük bir nimettir. Belki aklederiz de tövbe ederiz. Rabbimiz de bizi bağışlar. Hâlim, günahları bağışlayan ve cezalandırmada acele etmeyen, öfkesine yenilmeyendir. Allah, Halim'dir. Cezaları erteleyen veya tamamen kaldırandır. Cezaların kaldırılması yalnızca, cezayı hak etmiş bazı Müslüman günahkarlara yönelik olup, inkarcıların bununla bir ilgisi yoktur.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir.”
( Fâtır Suresi, 45. Ayet)
“Muhakkak ki İbrâhîm (a.s), cidden çok halim (yumuşak huylu), çok acıyandır (yalvarandır), Allah’a yönelmiş bir kimsedir.”( Hûd sûresi, 75. Ayet)
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır.” (İsrâ Suresi, 44. Ayet )
“Allah onları hoşnut olacakları bir yere (cennete) elbette koyacaktır. Şüphesiz Allah Alîmdir (her şeyi bilir) Halîmdir, (Kullarına yumuşak davranır.)” (Hac Suresi, 59. Ayet)
(Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
(Devam edecek)
Efkan VURAL


15 Kasım 2019 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 15.11.2019 Tarihli Cuma Hutbesi :PEYGAMBERİMİZ VE AİLE


PEYGAMBERİMİZ VE AİLE 



Muhterem Müslümanlar!

 Sevgili Peygamberimize (s.a.s), Hira’da ilk vahiy gelmiş, Kur’an-ı Kerim nazil olmaya başlamıştı. İlahî buyruğun ağırlığıyla yüreği titreyerek evine dönmüş, can yoldaşı Hz. Hatice validemize “Beni örtün” demişti. Eşine, sırdaşına sığınmış, ondan destek almıştı. Hz. Hatice, güven veren ve teskin eden haliyle Peygamberimize o gün şunları söylemişti: “Korkmana gerek yok! Çünkü sen her zaman doğruyu söyler, akrabanı gözetirsin. Muhtaçlara yardım eder, misafire ikramda bulunursun. Allah, hiçbir zaman seni utandırıp üzmez.” 1

 Aziz Müminler! 

Aile; güvendir, dayanaktır, sığınaktır. Tüm varlığıyla iyilikte yardımlaşmak, el birliğiyle kötülüğe engel olmaktır. Hz. Hatice’nin sevgisini ve desteğini asla unutmayan Peygamberimiz, vefatından yıllar sonra bile onu hasretle anmıştır. Zira aile; vefadır, sadakattir. Eşleri birbirine güven ve sadakatle bağlayan en kıymetli bağdır. Aile fertleri, hayatın zorluklarını aşmak ve güzelliklerini paylaşmak üzere birbirlerinin yanında olurlar. İffet, izzet ve mahremiyetlerini muhafaza ederler. İşte ailedeki bu sadakat, dünyada şeref, ahirette ise kurtuluştur. 

Kıymetli Müslümanlar! 

Allah Resûlü’nün (s.a.s) ailesinde istişare hâkimdi. Peygamberimiz aile fertlerinin fikirlerine değer verir, aile içinde yaşanan sorunların sabır ve ferasetle çözülmesini sağlardı. Çünkü istişare, şiddete başvurmadan akl-ı selim ile sıkıntıları aşmayı sağlar. Eşlerin ve çocukların ortak aklı sayesinde hata yapılmasını engeller. Ailede hakların ve sorumlulukların dengeli biçimde dağıtılmasını sağlar. Çünkü erkeklere ailede adaleti öğütleyen Allah Resûlünün ifadesiyle,

 “Sizin hanımlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi, hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır.”

Değerli Müminler! 

Ailede şefkat ve merhametin varlığı, Rabbimizin “Rahmân” isminin tecellisidir. Merhamet sadece acıma hissi değil, muhatabımıza değer vererek onu anlama çabasıdır. Merhamet, aile fertlerine ihsanla, insafla, iyilikle, güzellikle ve şefkatle davranmaktır.

 Peygamber Efendimizin ailesinde vazgeçilmez olan değerlerden biri de şefkatti. Rahmet Elçisi (s.a.s), ailesine karşı son derece müşfik davranırdı. Ailede kimsenin gönlünü kırmaz, kaba ve incitici konuşmaz, bağırıp çağırmaz, ağzından kötü söz çıkmazdı. Eli asla şiddete kalkmaz, kadının ve çocuğun hırpalanmasına kesinlikle izin vermezdi. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
 “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en iyi olanınızım!”3

 Aziz Müslümanlar! 

Resûl-i Ekrem’in ailesi sevgi doluydu. Hane-i saadetin her ferdi, yüreğinde derin bir muhabbet ve ülfet hissederdi. Peygamberimiz, eşlerine, çocuklarına ve torunlarına sevgi sunmaktan çekinmezdi. Onları takdir eder, mesela sevgili kızı Hz. Fatıma geldiğinde ayağa kalkarak kendi yerini kızına verirdi. Her akşam hane halkını toplayıp onlarla sohbet ederdi. 

Hayatın yükünü bizimle birlikte taşıyan en yakınlarımız, sevgimizi duymayı en çok hak edenlerdir. Güler yüzümüz, gönül alıcı bir çift sözümüz, ailede sevgiyi çoğaltır. Bu yüzden Peygamberimiz, 

Büyüklerimize saygı, küçüklerimize sevgi ve şefkat göstermeyen bizden değildir.”4 buyurmuştur. 

Muhterem Müminler! 

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimize hitaben şöyle buyurur: “De ki: 

‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’”

Bir mümin için Allah Resûlü’nü sevmenin anlamı, onun yolundan gitmek yani onun hayat tarzını benimsemektir. Mutlu bir aile yuvası için de onun örnekliğine ve yaşattığı ahlakî değerlere her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. 

Peygamberimizden öğrendiğimize göre, bir aile sevgi ve güvenle kurulur, adalet ve merhametle korunur. Ailesinde huzur isteyen müminler olarak duamız şudur: 
“Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.”6
 1 Buhârî, Bedʾü’l-vahy, 3; Müslim, Îmân, 252.
 2 Tirmizî, Radâ, 11. 
3 Tirmizî, Menâkıb, 63. 
4 Tirmizî, Birr, 15. 
5 Âl-i İmrân, 3/31. 
6 Furkân, 25/74. 

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 
KAYNAK:
Diyanet Hutbeleri1
Diyanet Hutbeleri2
Diyanet Cuma Hutbeleri

14 Kasım 2019 Perşembe

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler):56-VELÎ

                                                                      VELÎ



Allah'ın en güzel isimleri olan "Esmaü'l-Hüsnâ" dan biri de el- Velî 'dir.
Sözlükte “bir şeye çok yakın olmak, bir kimseyle yan yana bulunmak” anlamındaki vely ile “birinin işini üstlenmek; bir ülkeyi yönetmek; yardım etmek, sevmek” mânalarındaki velâyet kökünden türeyen velî “yardımcı, dost” demektir.
El-velîCenab-ı Hakk kullarına her daim yardım eden ve onlara dostluk gösteren velîdir.
El-velîAllah’u Teâla mü’min kullarını sever ve onların dostu yardımcısıdır.
El-velî, Dost ve yardımcı O’dur.Mü’minlerin dostu olan O’dur. Allah’u Teala sevdiği kullarının dostudur.
Kur’an’da veli,Allah’a nisbet edilerek O’nun müminlerin dostu, koruyucusu olduğu bildirilmektedir.
Kur’an’da  peygamberlerin ve müminlerin Allah’ı velî edindikleri belirtilmektedir.
Allah Teâlâ, sevdiği kullarının dostudur. Onlara yardım eder; sıkıntılarını, darlıklarını giderir; ferahlık verir. Dünya ve âhiret işlerinde başarıya ulaştırır. Mü’minlerin yardımcısı ve koruyucusudur. Allah’tan başka gerçek dost ve yardımcı yoktur.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde bazı ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
“Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır…”( Bakara Suresi 257. Ayet)
“Yoksa onlar Allah’tan başka dostlar mı edindiler? Hâlbuki gerçek dost Allah’tır…” (Şûrâ Suresi 9. Ayet)

“…Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”(Tevbe suresi,116. Ayet)


“…Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter…” (Talâk  Suresi ,3. Ayet)
“… Eğer mü’minler iseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin.” (Mâide Suresi, 23.Ayet)
“O, insanlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O, dost olandır, övülmeye lâyık olandır.”( Şûra Suresi 28. Ayet)

(Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)


Efkan VURAL

8 Kasım 2019 Cuma

Mevlid-i Nebi ve Peygamberimizin Örnekliliği


                Peygamberimizin Örnekliliği

Sevgili Peygamberimizin doğduğu ayın içindeyiz. Peygamberimiz kameri aylardan Rebiülevvel ayının on birinci gününü on ikinci gününe  
Her yıl olduğu gibi bu yıl da çeşitli etkinlikler ve programlar düzenlenmektedir.

Diyanet işleri başkanlığı bu yıl Mevlid-i Nebi kutlamalarının ana temasının "Peygamberimiz ve Aile" olarak belirlemiştir.
Her zaman olduğu gibi bugün de aile önemi çok büyüktür. Özellikle günümüzde aile bağlarının zayıfladığı günümüzde Peygamberimizi örnek alarak aile yapımızı kuvvetlendirmeli ve bu konuda mücadele vermeliyiz.

Toplumun güçlü ve kuvvetli olması için ailenin güçlü ve kuvvetli olması lazım. Güçlü ve sağlam ailelerden güçlü ve sağlam fertler  yetişir. Sağlam karakterli fertlerden oluşan toplumları kimse dize getiremez. 

Bunun için İslami aile yapımızı bozucu her türlü hareketlerden uzak durmalıyız dinimizin tavsiyelerine uygun bir şekilde hareket etmeliyiz. 

Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.) müslümanlar için  tek örnektir.

Bu konuda Yüce Allah şöyle buyrur:
 "Ant olsun ki, Allah'ın elçisi (Hz. Muhammed), sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir. (Ahzab Suresi, 21. Ayet).
Peygamberimizin doğumu olan "Mevlid-i Nebi" sebebiyle aşağıda Peygamberimizin  örnekliliği ile ilgili bazı hususları belirtmek istiyorum:

Sevgili Peygamberimiz, çocukluğundan itibaren en üstün ahlaki duygulara sahipti. Gerek çocukluk gerekse gençlik yılları, akranlarından çok farklı geçti. Kötülüklerin her çeşidinin son derece yaygın olduğu bir toplumda, Cenab-ı Hak, son peygamber olarak görevlendireceği Hz. Muhammed’i çocukluğundan itibaren cahiliyenin bütün kötülüklerinden korumuştu. Bu üstün ahlak sahibi insan kavminin takdirini kazanmış, kendisine “el-Emin /güvenilir kişi” lakabı verilmişti. Herkes ona güvenir, doğruluğunu kabul eder, malını ona teslim ederdi.

Peygamberimiz gençliğinde iyi ve güzel olan şeyleri destekleyen erdemliler topluluğuna (Hılfu'u-Fudul) katılmıştır. 

Hz. Muhammet peygamber olmadan önce kabenin onarımı esnasında hacer’ül esved'i yerleştirirken kabe hakemliğinde bulunmuş; kabileleri savaş eşiğine getiren sorunu adaleti ve zekiliği ile çözüme kavuşturmuştur. 

Hz. Muhammet peygamberliğini açıkladığı ilk davetinde akrabalarını toplayarak onlara önemli bir haber vereceğini söylemiş. Onlara şöyle seslendi. Şu tepenin arkasında bir ordu Mekke'ye saldırmak üzere hazır bekliyor desem ne dersiniz? Akrabaları peygambere sen hiç bir zaman yalan konuşmadın ki, elbette doğru dersin dediler. Peygamberimiz dürüstlüğü yüzünden herkesin güvenini kazanmıştı. 
Kureyşliler Peygamberimize Ebu Talip aracılığı ile Peygamberlik davasından vazgeçme karşılığında,mal, mülk, makam, mevki ne isterse verebileceklerini söylediler.
Peygamberimiz Hz. Muhammed  müşriklere  şu cevabı  vermiştir: 
-Bir elime ayı, bir elime güneşi verseler ben Allah’ın dinini yaymaktan asla vazgeçmem. 

Peygamberimizi öldürmek üzere kapısına gelen müşrikleri gören Hz. Muhammed , önce kendisini öldürmek isteyenlere ait olan kıymetli eşyaları dert edinmiş, Hz. Aliyi uyandırarak kendisine bırakılan o emanetleri sahiplerine vermek üzere görevlendirmiştir. 

Peygamberimiz, Hz. Ebu Bekir ile birlikte Medine'ye hicret ederken Sevr mağarasına gizlenmişlerdi. Peşlerindeki kişiler mağaranın girişine kadar geldiler. Bu durum Hz. Ebu Bekir'i çok korkuttu. Ancak Peygamberimiz cesur davranıp arkadaşını sakinleştirdi ve "Üzülme! Allah bizimle beraberdir." dedi.

Peygamberimiz hicret ile Medine'ye ilk vardığında herkes onu evine misafir etmek istiyordu. Kimseyi ayırt etmek istemeyen Hz. Muhammed,deveyi serbest bırakın deve kimin arazisi üzerine yatarsa o kişinin evinde misafir olurum.Dedi. Bu davranışıyla peygamberimiz hiç kimseyi kırmadan herkese aynı değeri verdiğini gösterir.

Hz. Muhammed ben bir peygamberim, ben bir liderim diyerek kendisini toplumun üstünde görmemiştir. Medine’de ilk yapılan Mescidi Nebi inşasında herkes gibi çalıştı ve kerpiç taşıdı. İsteseydi peygamberimiz çadırında durur sadece emir verirdi. Ama o her işe kendisi koşardı. 

Peygamberimiz savaşlarda bir komutan olarak ve aynı zamanda bir asker olarak yer almış ve  birebir çarpışmıştır.Hatta  Uhud  savaşında yara almış ve dişi kırılmıştır.

Hz. Muhammed Bedir savaşında esir düşen Mekkeli müşriklere iyi davranmıştır. Okumaya çok önem veren peygamberimiz on müslümana okuma yazma öğreten esirlerin serbest bırakılacağını söylemiştir.



Hz. Muhammet mekkenin fethinde hiç bir cana kıyılmamasını hiç bir hayvana, bağ ve bahçeye zarar verilmemesini istedi. Mekke'yi fethedince umum af ilan etmiştir. Halbuki mekkeliler inanan müslümanlara ve peygamberimize akıl almaz işkence ve haksızlıklar yapmışlardı. Evleri yağmalanmış ve Mekke’den çıkmalarına sebep olmuşlardı. Peygamberimiz ise Mekkelileri af ederek ve hoşgörülü  davranarak  onların hepsinin gruplar halinde İslama girmelerine sebep olmuştur.
Tüm evrene bir rahmet vesilesi olarak gönderilen sevgili peygamberimizin Hz Muhammed (s.a.v.) in şefkati ve merhameti de evrenseldi. Yaratılmışların içinde Allah’ı Teala’nın isimleriyle vasıflandırılmak sadece onun mazhar olduğu bir ayrıcalıktır. Çünkü onun özelliklerinden bahsederken bizlere tövbe suresindeki 128. ayette: “And olsun ki; size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O sizlere karşı çok düşkündür. Bütün müminlere de çok şefkatli ve merhametlidir.” buyurmaktadır.

Bir eş ve babanın ailesine olan ilgisinin en önemli göstergesi, onlarla birlikte vakit geçirmesidir. Hz. Peygamber (a.s.m.), buna itina eder, ne ibadeti, ne arkadaşlarıyla geçirdiği vakit ne de dünya meşguliyeti buna mani olmazdı. O, ailesi ile birlikte olduğunda, onlarla sohbet eder, hal ve hatırlarını sorar, şakalaşır ve eğitmeye çalışırdı.

Bir gün Mahzunoğulları kabilesinden Fatıma adında asil bir kadın hırsızlık yapmıştı. O kadının cezalandırmaması için ashabdan Hz. Üsame b. Zeyd'i Peygamberimize gönderdiler. Bu duruma çok kızan ve üzülen Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah'ın kanunu karşısında aracı olmaya kalkışıyor. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden asil, ileri gelen birisi hırsızlık yapınca, onu serbest bırakıyor, zayıf ve fakir bir kimse hırsızlık yapınca, onu cezalandırıyorlardı. Allah'a yemin ederim ki Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da cezasını verirdim.”

Herkese karşı hoşgörüyle davranan peygamberimiz, kötülüğe kötülükle karşılık vermemiştir. Hatta kaba ve görgüsüzce davrananlara karşı bile affedici, bağışlayıcı ve hoşgörülü olmuştur. Çünkü bu davranış biçimi Yüce Allah’ın Müslümanlardan istediği bir tavırdır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Muhammed’e hitaben; “…Sen af yolunu tut. İyiliği emret ve cahillere aldırış etme.” (Araf suresi, 199. ayet.) buyurmakta ve hoşgörülü olmanın ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.

 İnsanlar arasında zengin, yoksul, yaşlı, genç, ırk, cinsiyet, inanç ayrımı yapmamış, herkese sevgiyle yaklaşırdı.
 Yaşadığı toplumda aşağılanan, ezilen kimselerin haklarını daima savunur ve korur, kölelerin özgürleştirilmesini teşvik eder, esirlere iyi davranır, kadınların ve kız çocuklarının horlanmasına karşı çıkar, böylelikle insan onurunun korunmasını isterdi..

Bir gün Peygamberimiz ve arkadaşları otururken önlerinden bir Yahudi cenazesi geçer. Peygamberimiz ayağa kalkar. Yanında kiler de cenazenin Müslüman olmadığını söylerler. Bunun üzerine Hz. Muhammed "Bu da bir insan değil mi?" diyerek her insanın saygıya değer olduğunu vurgular.
 Peygamber Efendimiz hayatı boyunca ve özellikle İslam dinini tebliğ görevi sırasında bir çok sıkıntılarla karşılaşmış ancak sabırlı ve cesaretli oluşuyla Allah'ın kendisine verdiği görevi en iyi şekilde yerine getirmiştir.

Yüce Allah şöyle buyrur:  "Ant olsun ki senden evvel de Peygamberler yalanlanmışlardı. Fakat yalanlandıkları ve eziyete uğradıkları şeylere karşı sabretmişlerdir. Nihayet onlara bizim yardımımız gelip yetişti." 
( En'am suresi, 34. ayet)

Peygamber (s.a.v) insanların en vefalısı idi. Söz verdiğinde mutlaka sözünde dururdu. Abdullah bin Ebi'l-Hamsa, Peygamber (s.a.v) ile olan ticari bir hatırasını şöyle anlatmaktadır: "Peygamberliğinden önce Resulullah (sav) ile birlikte bir alış verişte bulunmuştuk. Bu alış verişten kendisine biraz vereceğim kalmıştı. Onu, 'Bulunacağın falan yere getireceğim' diye söz vermiştim. Fakat verdiğim bu sözü iki gün unuttum. Üçüncü gün hatırlayıp sabahleyin gittiğim zaman onu yerinde buldum. Bana, 'Delikanlı, sen beni sıkıntıda bıraktın. Ben şuracıkta üç gündür seni bekliyorum' buyurdu."

Peygamberimiz zamanı en iyi bir şekilde değerlendirirdi.Kendi işini kendisi görürdü.

Peygamberimiz buyrur ki:
“İki nimet vardır ki insanlar bu ikisinde çok aldanırlar: Sağlık ve boş vakit.”
“–Beş şey geçmeden beş şeyin kıymetini bil: İhtiyarlamadan önce gençliğinin; hastalanmadan önce sağlığının; fakirlik gelmeden önce zenginliğinin; meşgul olmadan önce boş vaktinin; ölmeden önce yaşamın.”

Bedir savaşında arkadaşlarının görüşleri doğrultusunda ordunun konumunu değiştirmiştir. Bu savaşta sahabeden Hubab (r.a.), savaş öncesi Müslümanların mevzi aldığı yeri beğenmemişti. Daha sonra Peygamberimizin yanına gelerek "Ey Allah'ın resulü! Orduyu buraya Allah'ın emriyle mi getirdin, yoksa bir savaş taktiğiyle mi?" diye sordu. 

Peygamber Efendimiz "Savaş taktiğiyle." diye cevap verince Hubab "Ey Allah'ın elçisi! Bedir köyünün en sonundaki kuyu etrafında mevzi alalım. Böylece putperestleri susuz bırakmış oluruz." dedi. Peygamberimiz bu teklifi beğendi ve hemen ordunun konumu değiştirildi.

Hz. Ali, Peygamberimizin kızı Fatıma ile evlenmek istiyordu. Durumu Peygamberimize bildirdi. Bunun üzerine Peygamberimiz konuyla ilgili kızı Fatıma'ya ve diğer aile üyelerine danışmış ve yapılan istişare doğrultusunda karar vermiştir.

Peygamberimiz  Hz. Muhammed (s.a.) de hem manevi hem de maddi anlamda insanların en temizi idi. “Temizlik imanın yarısıdır.” buyrarak inanan bir insanın, temizliğine dikkat etmesi gerektiğini vurgulardı. 

İbadetin şartlarının başında temizliği sayar,  “Namazın anahtarı, temizliktir.” buyrurdu. Peygamberimiz yemekten önce ve sonra ellerini yıkardı.Bu konuda şöyle buyrur:  “Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak yemeğin bereketine vesiledir.”

İki şey arasında serbest bırakıldığı zaman Allah’ın hoşnutluğuna uygun olmak şartıyla, daima kolay olanını seçerdi. Günah olan işlerden son derece kaçınırdı.Hiç kötü söz söylemez, kimseye kötülük yapmazdı. Kimsenin gönlünü kırmaz, hiç kimseyi hor görmezdi. 10 yıl hizmetinde bulunan Enes b. Mâlik, onun kendisine karşı “öf” dediğini bile duymadığını söylemiştir.

Hz. Peygamber, en faziletli amelin güzel ahlak olduğunu söylerdi. Ona göre din, güzel ahlaktan ibaretti. Cennete ancak iyi ahlak sahibi olanlar girebilirdi. Onun bazı hadislerinde anlatılan şu tavsiyeler önemlidir: Kötü ahlak, iyileri yer bitirir, ibadet ve taatleri boşa çıkarır. Sahibini cehenneme sevk eder. Nitekim kendisine gündüzleri oruçlu, geceleri de namazlı geçiren; fakat kötü huylu, diliyle komşularına rahat vermeyen bir kadından bahsedilince: “Onda hayır yoktur ve o cehennemliklerdendir.” buyurmuştur.
Yetimlere, acizlere, öksüz ve kimsesizlere çok şefkat gösterirdi. Çocukları çok sever, yolda karşılaştığı çocuklara selam verir, onları okşardı. Son derece merhametliydi. Hem insanlara hem de hayvanlara karşı merhametli davranırdı.
Güler yüzlü, tatlı sözlü ve ince ruhluydu. Hastaları ziyaret eder, cenaze törenlerine katılırdı. Yapılan davetleri reddetmezdi. Üstün hayâ sahibiydi. Hayânın imandan olduğunu söylerdi.





Peygamberimiz müslümanların  hep birlik içinde olmalarını isterdi.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.v.a)'in şu  sözüyle yazıyı sonlandırmak istiyorum:

“Müminler, bir binanın yapı taşları gibidir. Onlar, birbirlerinin hayata tutunmasını temin ederler.”  Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr ve Sıla, 65.



Efkan VURAL