31 Ocak 2020 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının31.01.2020 Tarihli Cuma Hutbesi:AFETLERE KARŞI BİLİNÇLİ OLALIM



AFETLERE KARŞI BİLİNÇLİ OLALIM




Muhterem Müslümanlar! 

Ülkemiz geçen hafta büyük bir depremle sarsıldı. Hüzün ve keder yüreklerimizi dağladı. Onlarca kardeşimizi ahiret yolculuğuna uğurladık. Yaralılarımız ve evini barkını yitiren insanlarımız için seferber olduk. Afet gerçeğiyle bir kere daha yüzleştik. Bu elim hadisede vefat eden kardeşlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve sevdiklerine sabr-ı cemil niyaz ediyoruz. Rabbim, yaralılarımıza şifalar ihsan eylesin. Depremden zarar görenlere en kısa zamanda toparlanmayı, yaralarını sarmayı, hayata tutunmayı nasip etsin. Milletimizi bu tür afetlerden muhafaza buyursun.

 Aziz Müminler! 

Kâinatın düzeni ve işleyişi “Sünnetullah” denilen ilâhî kanunlara göre cereyan eder. Cenâb-ı Hak bu kanunları sonsuz kudretiyle ve ilmiyle belirlemiştir. Toprağın, rüzgârın, suyun ya da ateşin kendine has bir yapısı ve dengesi vardır. İnsanoğlu bu yapıyı bilerek ve bu dengeyi koruyarak yaşamak durumundadır. 

Deprem de ilâhî kurallara uygun biçimde meydana gelir. İnsanoğlu depreme engel olamaz; depremin zamanına ve şiddetine müdahale edemez. Ama depremde zarar görmemek için çeşitli önlemler alabilir. Zira deprem, sel, yangın gibi doğal afetler karşısında can ve mal kaybının en aza indirilmesi ancak gerekli tedbirleri almakla mümkündür.

 Kıymetli Müslümanlar!

 Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: 

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!”

Mümin, imtihan dünyasında farklı sıkıntılarla karşılaşacağını bilerek yaşar. Sınırlı ve aciz bir varlık olduğunun, kul olarak Rabbine muhtaçlığının farkındadır. Sıkıntılar karşısında elinden geldiği ve gücü yettiği kadar mücadele eder. Aklını, bilgisini, tecrübesini kullanarak tedbirini alır. Sonrasında ise imanı gereği, teslimiyet ve tevekkül ile hareket eder. Uğradığı musibetten sabrederek ve güçlenerek çıkar. Nimete şükür, mihnete sabır göstererek ilâhî imtihanı kazanır. 

Peygamberimiz (s.a.s), müminin bu halini şöyle anlatır: 
“Müminin durumu ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum sadece mümine hastır. Bir nimetle karşılaştığında şükreder; bu onun için hayır olur. Bir musibetle karşılaştığında ise sabreder; bu da onun için hayır olur.”

Değerli Müminler! 

Afetlere karşı sorumluluğunun bilincinde olmak, mümince bir duruşun gereğidir. Takdir Allah’ındır, bizlere düşen ise önce tedbir almak, sonra Rabbimize tevekkül etmektir. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s) musibetler karşısında tavrımızın nasıl olması gerektiğini şöyle anlatır: 

“Allah ihmalkârlık ve gevşeklikten hoşlanmaz. Senin akıllı davranman gerekir. Fakat artık yapabileceğin bir şey kalmadığı zaman, Allah bana yeter. O, ne güzel vekildir.’ de.”3 

Öyleyse acı tecrübelerden ders alalım. Güvenli bir hayat için afetlere karşı hazırlıklı olalım. Tabiatın dengelerine ve yaşadığımız bölgenin gerçeklerine uygun, doğru ve sağlam adımlar atalım. Ailemizi afet ve acil durumlar hakkında bilgilendirelim. 

Aziz Müslümanlar! 

Hamdolsun ki dün olduğu gibi bugün de inancı, mezhebi, etnik kökeni ve düşüncesi ne olursa olsun milletçe el birliğiyle yaralarımızı sarıyoruz. Devletimizin desteği ve milletimizin dayanışması her türlü takdirin üzerindedir.

 Sevgili Peygamberimizin müjdesi ise bu aziz, fedakâr ve cömert milleti beklemektedir: 
“Bir kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da o kulun yardımcısıdır.”


Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
KAYNAK: 
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 
Diyanet Cuma Hutbeleri

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler):62-MÜMÎT


                                el-MÜMÎT


Allah'ın en güzel isimleri olan "Esmaü'l-Hüsnâ" dan biri de el- El-Mümît'dir.

El-Mümît: Öldüren, can alan, ölümü yaratan. Ölümü tattıran, demektir.

Canlı bir mahlûkun ölümünü yaratan Allah, yarattığı her canlıya muayyen bir ömür takdîr etmiştir. Canlı varlıklar için ölüm mukadder ve muhakkaktır. Hayatı yaratan Allah olduğu gibi, ölümü yaratan da yine O’dur. Ancak bu ölüm, yok oluş, hiçliğe gidiş değil, bilakis sonlu hayattan sonsuz  hayat geçiştir.

Allah ölüm ile sağlıklı ve güçlü olanların gücünü yok eder. O, her şeyi yaşatan ve öldüren, her şeye kadir olandır. Hayır ve şerrin, yarar ve zararın yalnız O'ndan geldiğini, mülkünde hiçbir ortağı  bulunmadığını, yalnız kendisinin ebedi olduğunu, kendisinin dışındaki bütün varlıkların fani olduğunu bildirmektedir.  Her Müslüman, mutlak olarak yalnız Allah'ın yaşatan ve öldüren olduğunu bilmeli ve inanmalıdır.


Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde bazı ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”( Mülk Suresi 2. Ayet)

“Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O´dur. Sonra dönüşünüz yine O´nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.”( En`âm Suresi 60. Ayet)

“O hem diriltir hem de öldürür ve yalnız O’na döndürüleceksiniz.”( Yunus Suresi 56. Ayet)

“O, yaşatan ve öldürendir. Bir şeye karar verdiğinde, ona sadece “ol” der, o da oluverir.”( Mü`min Suresi 68. Ayet)

“Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah'ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Tevbe Suresi 116. Ayet)

De ki: “Allah sizi yaşatıyor. Sonra sizi öldürecek, sonra da kendisinde şüphe olmayan Kıyamet gününde sizi bir araya getirecek, ama insanların çoğu bilmezler.” (Câsiye Suresi 26. Ayet)

(Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)

 (Devam edecek)
Efkan VURAL


Diyanet İşleri Başkanlığının 24.01.2020 Tarihli Cuma Hutbesi:SORUMLULUK SAHİBİ BİR BABA OLABİLMEK


SORUMLULUK SAHİBİ BİR BABA OLABİLMEK



Muhterem Müslümanlar!

Yüce Rabbimizin insanoğluna lütfettiği en kıymetli nimetlerden biri aile olmaktır. Zira aile güvendir, dayanaktır, sığınaktır. İyilikte yardımlaşmak, el birliğiyle kötülüğe engel olmaktır. Aile aynı zamanda insanı geleceğe hazırlayan en önemli kurumdur. İnsan ilk eğitimini ailesinden alır. Karakteri aile ocağında şekillenir. Sevgiyi, saygıyı, dürüstlüğü önce anne babasından öğrenir.

Ailede anne ile birlikte babaya da önemli görevler düşmektedir. Babanın sorumluluğu ailesinin maddi ihtiyaçlarını karşılamaktan ibaret değildir. Merhamet eğitimi almış, güzel ahlakla donanmış, değerlerini benimsemiş bir nesil yetiştirmek her babanın öncelikli sorumluluğudur. Hutbemin başında okuduğum hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: 
“Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha değerli bir miras bırakmış olamaz.”[1]

Aziz Müminler!

Baba olmak, Hz. Nuh misali evladının imanla şereflenmesi için gayret göstermektir. Onun dünya ve ahiret saadetini kazanması için çırpınmaktır. Hz. Nuh, tevhit gemisine binmeyi reddeden oğluna son bir umutla şöyle seslenmişti: 
“…Haydi yavrum gel, sen de bizimle birlikte gemiye bin, kâfirlerle beraber olma!”[2]

Kıymetli Müslümanlar!

Baba olmak, Hz. İbrahim misali duayı dilinden düşürmemektir. İtaatkâr bir kul olabilmek için Allah’a sığınmaktır. Salih bir nesil için O’na yalvarmaktır. Nitekim İbrahim (a.s) Rabbine şöyle niyaz etmişti: 
“Ey Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar. Bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et. Şüphesiz tövbeleri kabul eden, merhameti bol olan yalnız sensin.”[3] “Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namaza devam edenlerden eyle! Ey Rabbimiz, duamı kabul eyle!”[4]

Değerli Müminler!

Baba olmak, Hz. Yakup gibi zorluklar karşısında metanetini korumaktır. Ne kadar ağır olursa olsun dünya imtihanını sabır ve tevekkülle karşılamaktır. Evladına daima sevgiyi, merhameti, adaleti ve şefkati aşılamaktır. Yanlış yaptıklarında onları uyarmak ama hiçbir zaman onlardan ümidini kesmemektir. Hz. Yakup, kıskançlıkları sebebiyle kardeşleri Hz. Yusuf’u kuyuya atan çocuklarına şöyle seslenmiştir:
“…Hayır! Nefsiniz sizi kötü bir iş yapmaya sürüklemiş; artık bana düşen güzelce sabretmektir. Anlattığınız şeyler karşısında, bana yardım edecek olan ise ancak Allah’tır.”[5]

Aziz Müslümanlar!

Baba olmak, Hz. Lokman gibi evladına şefkatle öğüt vermektir. Ona doğruyu ve yanlışı, haramı ve helali öğretmektir. Hz. Lokman, oğluna şu güzel nasihatlerde bulunmuştur: “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.” “Yavrucuğum, namazını özenle kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelen musibetlere sabret.” “Gurura kapılarak insanlara burun kıvırma, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; unutma ki Allah gurura kapılıp kendini beğenen hiç kimseyi sevmez.” “Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini de yükseltme…”[6]

Değerli Müslümanlar!

Baba olmak, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin sünnetinin izinde yürümektir. Allah Resûlü (s.a.s), örnek bir aile babasıydı. Çocukları arasında hiçbir ayrım yapmazdı. Kızı Fatıma’yı görünce ayağa kalkar, elinden tutar, şefkatle öper ve kendi yerine oturturdu.[7] O sadece kendi yavrularına değil bütün çocuklara anlayışlı davranırdı. Peygamberimizin terbiyesinde büyüyen Hz. Enes, Resûl-i Ekrem’den şöyle bahseder:
“Resûlullah’a on sene hizmet ettim. Vallahi bana bir kez olsun ‘Öf!’ bile demedi.”[8]

Muhterem Müminler!

Çocuklarımız bizden ilgi ve şefkat bekler. Yanımızda değerli olduklarını hissetmek ister. Hayatı öğrenirken, kendilerine rehberlik edecek pusula, sığınacakları liman olmamızı arzu eder. Öyleyse günlük hayatın koşuşturması ve geçim telaşı içinde çocuklarımızı ihmal etmeyelim. Dinine, vatanına ve bütün insanlığa faydalı nesiller yetiştirmek için her türlü fedakârlığı gösterelim. Yavrularımızı sevgimizden, ilgimizden ve duamızdan mahrum bırakmayalım.  




[1] Tirmizî, Birr, 33.
[2] Hûd, 11/42.
[3] Bakara, 2/128.
[4] İbrâhim, 14/40.
[5] Yûsuf, 12/18.
[6] Lokmân, 31/13, 17-19.
[7] Ebû Dâvûd, Edeb, 143, 144.
[8] Müslim, Fedâil, 51.     



Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
KAYNAK: 
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 

Kur’an’ı Kerim’den Mesaj Var-35


Kur’an’ı Kerim’den Mesaj Var

İnsanlar birlikte yaşamak zorundadırlar. İnsanın tek başına yaşayabilmesi zor bir durumdur. İnsanların birlikte güzel bir şekilde yaşayabilmeleri için öncelikle iyi ilişkiler kurmaları gerekir.

Kişiler konuşmak suretiyle tanışırlar ve  bir birlerine yakınlaşırlar. Böylelikle dostluklar ve arkadaşlıklar gelişir. 

Dostluklar  sağlam temeller üzerine kurulursa uzun süreli olur. İyi dostluklar güzel sözlerle başlar. Güzel konuşan insanlar güzel huylu olurlar. İyi insanların içlerindeki iyilik ve güzellik  sözlerine yansır.

Güzel huylu kimselerin sözlerinde çirkinlik görülmez. Onların hayatlarında  aşağılayıcı ve alaya alıcı sözler bulunmaz. İyi ve güzel konuşanlar, asla küfürlü, argo veya çirkin sözler kullanmazlar.

Onların konuşmaları Allah’ın ve Resulünün hoşnut olduğu şeylerdir.
Sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed (s.a.v.)şöyle buyurur:  
"Allah'a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun." (Buhârî, Edeb 31, 85, Rikak 23) 
İşte bizlerde konuşmalarımıza dikkat etmeliyiz. Hayırlı şeyler konuşmalıyız. İyi ve güzel sözler söylemeliyiz. Konuştuklarımızın hangi anlamlara geleceğini iyi düşünmeliyiz.

Karşımızdakilere kırıcı ve itici sözler söylememeliyiz. Boş ve gereksiz konuşmalardan uzak durmalıyız. Konuşacağımız vakit güzel  sözler sarf etmeliyiz.

Söz ve hareketlerimizle yapıcı olmalıyız. Konuştuklarımızla çevremizdekilere güven vermeliyiz. Yalan ve kötü sözlerden kaçınmalıyız. Şaka bile olsa kötü ve çirkin sözler kullanmamalıyız.
İyi ve güzel sözler Allah’ın ve Resulünün sözleridir.

Allah’ın ayetleri ve peygamberimizin hadislerinin anlamına uygun sözler dilimize alıştırmalıyız.

Dilimizi Allah’ın ve Resulü Hz. Muhammed’in hoşnut olacağı güzel sözlerle süslersek, devamlı güzel konuşuruz.

Şeytan bizi hiçbir zaman boş bırakmak istemez. Şeytan insanı her daim kötüye yönlendirir. Şeytan nefsimizi esir alarak bizi kötü ve çirkin sözlere yöneltir. Özellikle kızgın anımızda şeytan bize kötü söz söyletir. O anda düşüncemizi kaybederiz kötü söz ve çirkin hareketlere kolayca yöneliriz.

Hiçbir zaman şeytanın tuzağına düşmemeliyiz. Konuşmalarımıza dikkat ederek her zaman ve her ortamda sözün en güzelini söylemeliyiz.

Yüce Allah’ın  Kur’an-ı Kerim’deki mesajı şöyledir: 
“İnanan kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar. Doğrusu şeytan aralarını bozmak ister. Şeytan şüphesiz insanın apaçık düşmanıdır....”  (İsrâ Suresi 53. Ayet)
Ne mutlu her daim güzel konuşanlara…

               Efkan VURAL

17 Ocak 2020 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 17.01.2020 Tarihli Cuma Hutbesi: TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞI VE SOSYAL MEDYA AHLAKI


TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞI VE SOSYAL MEDYA AHLAKI






Muhterem Müslümanlar!


Yüce dinimiz İslam’ın ana gayesi, yeryüzünün en şerefli varlığı olarak yaratılan insanın can, mal, akıl, ırz ve inancını korumaktır. İslam, bu beş temel değeri dokunulmaz kabul eder. Hangi sebeple olursa olsun bu değerlerin zarar görmesine rıza göstermez. Hayatın bütünü için geçerli olan bu durum teknolojiyi kullanırken de, internet ve sanal âlemde gezinirken de aynıdır.

Aziz Müminler!

Teknolojiyi dinin güzel saydığı, ahlakın onayladığı ve akl-ı selimin doğru bulduğu şekilde kullanmak mümince bir duruşun gereğidir. Bu alanı amaçsız, verimsiz ve kontrolsüz bir mecra olarak görmek ise İslam’ın korunmasını emrettiği beş temel değeri ihlal etme anlamı taşır. Zira teknolojinin bilinçsiz kullanımı, kişinin sağlığını tehdit ederek canına, maddi kayba uğramasına neden olarak malına zarar vermektedir. Gayr-i ahlâkî yönelimlerle iffetini, aşırı ve sapkın ideolojilerle inancını zedelemektedir. Düşünme ve idrak etme kabiliyetini bozmakta, akli melekelerini zayıflatmaktadır.

Kıymetli Müslümanlar!

Allah’ın verdiği aklı ve hammaddeyi kullanarak teknoloji üreten insan, bunu iyilik yolunda kullanmakla sorumludur. Eğer teknolojiyi kullanarak helal kazancın yerine kumara, tasarrufun yerine israfa, iffetin yerine ahlaksızlığa, merhametin yerine şiddete yöneliyorsa, büyük bir yanlışın içerisindedir. Kendi eliyle fesadı yaygınlaştırıyor, geleceğini tehlikeye atıyor demektir. Diğer yandan telefon, televizyon ya da bilgisayar ekranının önünde vaktini heba ediyorsa, kendisine, ailesine ve Rabbine karşı vebal altına girmektedir. Maalesef aynı çatı altında ama birbirinden habersiz yaşayan ailelerin sayısı her geçen gün artıyor. İnsanoğluna zaman kazandırması gereken teknoloji, günümüzde zaman kaybetmenin ve vakit öldürmenin en aldatıcı tuzağı haline geldi. Hâlbuki Peygamber Efendimiz (s.a.s) bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır:
İki nimet vardır ki insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.”[1]

Değerli Müminler!

Hepimizin hayatında yerini alan internet ve sosyal medya, başıboş, ilkesiz ve sorumsuz bir alan olmamalıdır. Müslümana yakışan daima sorumluluk bilinciyle hareket etmek, Rabbinin koyduğu sınırlara uymaktır. Her durumda gerçeğin ve doğrunun yanında yer almaktır. Unutmayalım ki normal hayatta olduğu gibi internet ve sosyal medyada da insanların haklarını ve özel hayatlarını ihlal etmek haramdır. Mahremiyete saygı göstermeyen her adım Kur’ân’ın, “Birbirinizin kusurlarını ve mahremini araştırmayın.”[2] emri ile çelişir. Günlük hayatta yalan söylemek, insanları karalamak, iftira atmak nasıl günahsa, yayın dünyasında ve sosyal medyada da aynı şekilde günahtır. Âlemlerin rabbi olan Allah, sanal âlemde de bizleri görmektedir. Oradaki söz ve davranışlarımızdan da bizi hesaba çekecektir.  Hutbeme başlarken okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: 
Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”[3]

Aziz Müslümanlar!

Bugün bizler için teknolojiden tamamen uzak bir hayat sürmek elbette mümkün değildir. Zaten İslam’ın da böyle bir talebi yoktur. Ancak teknolojiyi helal-haram hassasiyeti taşıyarak, ahlaki ilkeleri koruyarak, insan hak ve özgürlüklerini ihlal etmeden kullanmak öncelikli sorumluluğumuzdur. Böylece vaktimizi daha verimli ve emeğimizi daha anlamlı hale getirebiliriz. Yeryüzünü iyilikten ve huzurdan yana imar edebiliriz. Yeter ki her nimet gibi teknolojiyi de Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu ölçü ve sınırlara riayet ederek kullanalım.

Kıymetli Müminler!

Hutbemi bitirirken önemli bir hususu sizlerle paylaşmak istiyorum. Malumunuz ilk ve orta dereceli okullarımız bugün yarıyıl tatiline giriyor. Başkanlığımız, yarıyıl tatilinde yavrularımızın ibadet alışkanlığını pekiştirmek için tüm camilerimizde “Camiyi Seviyoruz, Namazla Buluşuyoruz” şiarıyla bir program uygulayacaktır. Bu vesileyle çocuklarımızı ve gençlerimizi aileleriyle birlikte camilerimize bekliyoruz. Başta velilerimiz olmak üzere bütün cemaatimizin bu konuda duyarlı davranacağına inanıyoruz. Rabbim bizlere göz aydınlığımız olacak nesiller ihsan eylesin ve bizi muttakilere önder kılsın!



[1] Buhârî, Rikâk, 1.
[2] Hucurât, 49/12.
[3] İsrâ, 17/36.

 Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
KAYNAK: 
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 

16 Ocak 2020 Perşembe

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler):61-MUHYÎ


61-MUHYÎ

     Allah'ın en güzel isimleri olan "Esmaü'l-Hüsnâ" dan biri de el-Muhyî'dir.
Muhyî “yaşatan, dirilten” demektir.

Allah’ın ismi veya sıfatı olarak “hayatla ilgisi bulunan varlıkta hayatı yaratan, can veren” diye açıklanır.

Allah Teâlâ, can bağışlayan, sağlık verendir. Ölüleri diriltendir. Ölü beldeleri gökten indirdiği su ile canlandıran, yeryüzünü bitkilerle donatandır. İlk olarak yaratan, can veren Allah, öldükten sonra tekrar hayat vermeye kâdirdir. Ölü kalpleri ilâhî hidâyet ve marifetle canlandırandır.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde bazı ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

“Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir bak, yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphesiz ölüleri O diriltir. O her şeye Kadir'dir.” (Rûm Suresi 50. Ayet)

“Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de sayısız rızık verirsin.” (Âli İmrân Suresi 27. Ayet)

“O hem diriltir hem de öldürür ve yalnız O’na döndürüleceksiniz. (Yunus Sûresi 56. Ayet)
“Şüphesiz Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir. Ölüden diriyi çıkarır. Diriden de ölüyü çıkarandır. İşte budur Allah! Peki (O’ndan) nasıl çevriliyorsunuz?” (En`âm Suresi 95. Ayet )
“O ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarıyor ve yeryüzünü ölümünün ardından canlandırıyor. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.” (Rûm Suresi,19 . Ayet)

“…Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”( Yûsuf Suresi 101. Ayet)

“Onlar: Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, müslüman olarak canımızı al, dediler.”( A'raf Suresi,125- 126. Ayet)

"Ve O, yaşatan ve öldürendir; gecenin ve gündüzün değişmesi O´nun eseridir. Hâla aklınızı kullanmaz mısınız!” (Müminûn Suresi 80. Ayet)

“Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: “Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.” (Yasin,Suresi78-79.ayetler)

(Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)
Efkan VURAL

10 Ocak 2020 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 10.01.2020 Tarihli Cuma Hutbesi:PEYGAMBERİMİZİN DİLİNDEN DUALAR


PEYGAMBERİMİZİN DİLİNDEN DUALAR



Muhterem Müslümanlar!

Fani dünya hayatında, gün gelir nimete nail olur, şükrederiz; gün gelir sıkıntıyla karşılaşır, sabrederiz. Başarı ve mutluluğu olduğu gibi, keder ve meşakkati de mümince karşılamaya gayret gösteririz. Bizler her durumda imanımızı ve tevekkülümüzü artıran, hayatımıza umut ve direnme gücü katan, eşsiz bir nimete sahibiz. İşte o nimet, ibadetlerin özü olan “dua”dır.
Dua, Allah’a içtenlikle yalvarıp yakarışımızdır. O’nun eşsiz kudreti karşısında zayıflığımızı itirafımızdır. O’nun lütfuna ve affına sığınma çabamızdır. O’na kulluğumuzu arz edip, O’ndan yardım istemektir.
Kıymetli Müminler!

Hutbeme başlarken okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor

: “Kullarım, beni sana sorarlarsa, bilsinler ki, ben onlara çok yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına karşılık veririm. Şu halde kullarım benim davetime uysunlar ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulsunlar.”[1]
Allah Teâlâ’nın bir ismi de “el-Mücîb” yani “dualara icabet eden”dir. Bize bizden daha yakın olan Rabbimiz, gizli ya da açık bütün dualarımızı işiten, bilen ve kabul edendir.
Değerli Müslümanlar!

Her davranışında Rabbine karşı duyduğu sevgi ve sadakate şahit olduğumuz Allah Resûlü (s.a.s), dilinden duayı eksik etmezdi. Gece gündüz, kalabalıkta ve yalnızken, sevincinde, korkusunda, hüznünde, ahireti düşündüğünde, evinde, minberde, yolculukta, velhasıl her an ve her mekânda dua ederdi. Hayatı duayla ilmek ilmek işlerdi. Bizlere nasıl dua edeceğimizi de o öğretmişti.
Sabah olur, gün başlar, Peygamber Efendimiz şöyle dua ederdi:

“Allah’ım! Senin kudretinle sabaha çıktık, senin kudretinle akşama gireriz. Senin kudretinle yaşar, senin kudretinle ölürüz. En son dönüşümüz de ancak sanadır.”[2]
Gün boyunca, her işinde Allah’ın rızasını gözeten Resûl-i Ekrem (s.a.s), daima O’na dayanır, güvenir ve “Allah’ım! Bana hayırlısını ver ve benim için en hayırlısını seç.”[3] diye dua ederdi.



“Allah’ım! Bize dünyada iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!”[4] şeklinde niyazda bulunurdu.
Nihayet akşam olur, gün sona erer, Peygamberimiz geceyi şu duayla karşılardı: “Ya Rabbi! Bu gecede olanların ve sonrasında olacakların hayrını senden dilerim. Bu gecede olanların ve daha sonrasında olacakların şerrinden de sana sığınırım.”[5] Resûl-i Zişan Efendimiz, yatacağı zaman ise şöyle dua ederdi: “Sığınacak yeri ve ihtiyacını giderecek kimsesi olmayan niceleri varken; bizi yediren, içiren, ihtiyaçlarımızı gideren ve bizi barındıran Allah’a hamdolsun.”[6]
Aziz Müminler!

Dua, dertlere deva bulmak, her türlü kötülükten korunmak, görünür-görünmez musibetlerden uzak olmak için kulun Rabbine ilticasıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz Rabbine şöyle sığınırdı: “Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, ihtiyarlıktan ve kabir azabından sana sığınırım. Allah’ım! Nefsime takvayı nasip et ve onu arındır; onu en iyi arındıracak olan sensin. Onun dostu ve velisi sensin. Allah’ım! Huşû duymayan kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen ilimden ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.”[7]
Muhterem Müslümanlar!

Bir mümin, dualarının kabul olmadığı düşüncesine asla kapılmamalıdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s), bir hadisinde şöyle buyurur: “Sizden biriniz, ‘dua ettim de duam karşılık görmedi’ deyip acele etmediği müddetçe duası karşılık bulur.”[8] Zira Yüce Rabbimiz, bazen dualarımız vesilesiyle bizi sayısız nimetlere erdirir. Bazen de üzerimizdeki bir musibeti kaldırır. Kimi zaman günahlarımızı affeder. Kimi zaman da istediğimizden daha hayırlısını bize ihsan eder.
O halde, Rabbimize yürekten ettiğimiz duaların mutlaka karşılık bulacağına inanalım. Duayla gelen bereketten, huzurdan, güvenden mahrum kalmayalım. Kendimize olduğu kadar, ailemize, sevdiklerimize, mümin kardeşlerimize, mazlumlara dua etmeyi unutmayalım. Anne babamızın, hastaların, yaşlıların ve muhtaçların duasını almaya gayret edelim.
Hutbemi Peygamberimizin bir duasıyla bitiriyorum:  
  
“Allah’ım, senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum.”[9]




[1] Bakara, 2/186.
[2] Tirmizî, Deavât, 13.
[3] Tirmizî, Deavât, 85.
[4] Ebû Dâvûd, Vitr, 26.
[5] Müslim, Zikir, 75.
[6] Tirmizî, Deavât, 16.
[7] Müslim, Zikir, 73; Nesâî, İstiâze, 13.
[8] Ebû Dâvûd, Vitr, 23.
[9] Müslim, Zikir, 72.

KAYNAK: 
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 
Diyanet Hutbeleri1