29 Mart 2019 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 29.03.2019 Tarihli Cuma Hutbesi:MİRAÇ GECESİ



                                  MİRAÇ GECESİ




Muhterem Müslümanlar!

Tarihin her döneminde olduğu gibi Mekkeli müşrikler de İslam davetini engellemek için işkence ve eziyette sınır tanımamış, Müslümanlara karşı sosyal ve ekonomik boykot uygulamıştı. Tam boykot sona ermişti ki, bu sefer de Peygamber Efendimiz (s.a.s), kendisini daima himaye eden amcası Ebu Talib’i ve en sıkıntılı zamanlarında destekçisi olan sevgili eşi Hz. Hatice annemizi kaybetti. Peygamberimizin himayesiz kaldığını düşünen müşrikler, O’na reva gördükleri eza ve cefayı daha da artırdı. Bir çıkış yolu arayan Allah Resûlü (s.a.s) İslam’ı tebliğ etmek için Taif’e gitti. Ancak orada da hakaretlere maruz kaldı. Hatta taşlandı ve mübarek ayakları kan revan içinde kaldı. İşte teselliye en çok muhtaç olduğu böyle bir zamanda Cenâb-ı Hak, Habibi’ni himaye ederek O’na İsrâ ve Miraç mucizesini lütfetti.
Kıymetli Müminler!

Hutbemin başında okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”[1]

İsrâ, Sevgili Peygamberimizin bir gece, Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya yolculuğudur. Miraç ise Mescid-i Aksâ’dan en yüce makama kabulünün adıdır.
Değerli Müslümanlar!

Allah Resûlü (s.a.s), Miraç’tan ümmetine üç büyük hediyeyle dönmüştür.[2] Bu hediyelerin birincisi Peygamberimizin “Gözümün nuru”[3] dediği beş vakit namazdır. Namaz, Allah’la kul arasındaki güçlü iman bağının tezahürüdür. Namaz, yönünü kıbleye dönen, alnını secdeye koyan müminin manevi yükselişidir. Namaz sadece şekilden ibaret değildir. Aksine namaz, bedenen olduğu kadar zihnen ve kalben de insanı kuşatan bir ibadettir. Namaz kılan insan aynı zamanda güzel ahlaklı, dürüst, mütevazı, merhametli, adil olması beklenen insandır. İşte bu yüzden âyet-i kerimede “Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar”[4]  buyurulmuştur.

Mirac’ın bir diğer hediyesi “Âmenerresûlü” olarak bildiğimiz ve her gün yatsı namazından sonra okuduğumuz Bakara Sûresi’nin son iki âyetidir. Bu âyet-i kerimeler bize iman esaslarını, kulluk şuurunu ve sorumluluk bilincini hatırlatır. Dünyada yapıp ettiğimiz her şeyin bir hesabı olduğunu bildirir. Rabbimize içtenlikle nasıl dua ve yakarışta bulunacağımızı öğretir.

Mirac’ın son hediyesi ise ümmet-i Muhammed’den Allah’a ortak koşmayanların günahlarının bağışlanacağı ve sonunda cennete girecekleri müjdesidir.

Muhterem Müslümanlar!

Miracın yüreğimizde kanayan emaneti ise Kudüs ve Mescid-i Aksâ’dır. Asırlar boyunca Müslümanların idaresi altında “barış ve selamet yurdu” olarak anılan Kudüs, bugün işgalin, zulmün, şiddetin ve acının toprağı haline getirilmiştir. İbadet özgürlüğünü hiçe sayanlar, mabet dokunulmazlığını ihlal edenler, bir yandan müminlerin Mescid-i Aksâ’da ibadet etmesine engel olmakta, diğer yandan bir cuma vakti Yeni Zelanda’da camide ibadet eden masum Müslümanları hunharca katletmektedir.

Unutulmamalıdır ki hiçbir zorbalık, Müslümanların Kudüs’te, Mescid-i Aksâ’da, bütün yeryüzü camilerinde birlik ve huzur içinde ibadet etmelerine engel olamayacaktır. Huzura, barışa ve umuda kasteden zalimler kendi yaktıkları ateşin kurbanı olacaklardır. Nitekim Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olması için çalışandan daha zalim kim olabilir? Aslında bunların oralara ancak korka korka girmeleri gerekir. Böyleleri için dünyada rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır.”[5]

Aziz Müminler!

Miraç gecesi zihinlerimizde berraklığa, kalplerimizde ferahlığa, hayatımızda huzura vesile olsun. Allah’tan gelen namaz davetine yürekten icabet edip omuz omuza kıyama duralım. Miracın bereketiyle secdeye varalım. İmanın onurunu, kul olmanın sorumluluğunu bir kez daha hatırlayalım. Kudüs ve Mescid-i Aksâ’nın özgür olduğu Miraç gecelerine kavuşmak için umudumuzu ve duamızı eksik etmeyelim.

Önümüzdeki Salı gününü Çarşamba’ya bağlayan gece idrak edeceğimiz Miraç Gecesi’nin İslam âleminin birlik ve beraberliğine, yükselmesine ve yücelmesine vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.




[1] İsrâ, 17/1.
[2] Müslim, Îmân, 279.
[3] Nesâî, Işratü’n-nisâ’, 1.
[4] Ankebût, 29/45.
[5] Bakara, 2/114.


Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

KAYNAK:
Diyanet Cuma Hutbeleri


28 Mart 2019 Perşembe

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)-31 - LÂTîF


                                                              LÂTîF


 Allah’ın isimlerinden biri de el-Latif'dir
 El-Latif, “nazik ve yumuşak davranan, yumuşaklıkla muamele eden” demektir. Aynı kelime letâfet kökünden türemiş kabul edilerek “ince ve şeffaf, küçük ve hacimsiz olan” mânasında da kullanılır. Latîf Allah’ın isimlerinden biri olarak “fiillerini rıfk ile gerçekleştiren, kullarına iyilik ve merhamet eden, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan, zâtı duyularla algılanamayan, en gizli ve ince hususları dahi bilen” anlamlarına gelir 
Yüce Allah tüm faydalı, hoş güzellikleri kullarına hayır ve iyiliklerle ihsan eder.
Kuran-ı Kerim’de birçok süre ve ayette Latif ismiyle Rabbimizin ne kadar bol lütuf, kerem sahibi, hayır ve iyilikleri kullarına hiç sezilmeyen yollardan onlara ulaştıran Latif olduğunu anlatır.
Allah’ın lütuf ve ihsanları sonsuz ve sınırsızdır. Kullarını, akla hayale gelmeyen, hadde hesaba sığmayan nimetlerle donatıp ikram ve ihsanlarda bulunmaktadır. 
Latîf olan Allah (c.c), mümin kullarına her türlü zor durumda yardım ederek de lütfunu gösterir.
Allah iman edenlerin dünyada tek dostu ve velisi olduğu gibi ahirette de onlara yardın edecek, kötülüklerini iyiliklere çevirecek ve onlara lütufta bulunacaktır.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.”
(Mülk Suresi 14. Ayet)
“Gözler O’nu idrak edemez, halbuki O gözleri idrak eder. O en ince şeyleri bilir ve her şeyden haberdardır.” (En'âm Suresi - 103 . Ayet)
“Allah, kullarına çok lütufkârdır; dilediğini rızıklandırır. O'dur en güçlü, O'dur en yüce.”
( Şûrâ Suresi 19. Ayet)
Lokmân, "Sevgili oğlum" (dedi), "Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah onu açığa çıkarır. Kuşkusuz Allah her şeyi bütün gizlilikleriyle bilir, O her şeyden haberdardır."
(Lokmân Suresi - 16 . Ayet)
“Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, kalplerin içindekini bilmektedir.”
(Mülk suresi,13.ayet)



“And olsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitap ve hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler.” (Âl-i İmrân Suresi 164. Ayet)
“Allah’ın gökten yağmur indirdiği, böylece yeryüzünün yemyeşil olduğunu görmedin mi? Şüphesiz Allah, çok lütufkârdır, hakkıyla haberdardır.” (Hac Suresi 63. Ayet)

(Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)
Efkan VURAL

Bu Yazı Aşağıdaki Web Sitelerinde Yayınlanmıştır:

Celal'in Penceresinden:

22 Mart 2019 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 22.03.2019 Tarihli Cuma Hutbesi:KUR’AN VE SÜNNET BİR BÜTÜNDÜR


KUR’AN VE SÜNNET BİR BÜTÜNDÜR


Aziz Müminler!

Okuduğum âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır![1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Resûl-i Ekrem (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Sözün en güzeli Allah’ın kitabıdır. Rehberliğin en güzeli ise Muhammed’in rehberliğidir.”[2]

Muhterem Müslümanlar!

İnsanoğluna karşı çok merhametli olan Rabbimiz, onu dünya hayatında yalnız ve desteksiz bırakmamıştır. Kullarına doğru yolu göstermek üzere peygamberler göndermiş, hidayet rehberi kitaplar indirmiştir. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem ile başlayan peygamberlik vazifesi hâtemü’l-enbiyâ Muhammed Mustafa (s.a.s) ile sona ermiştir. Hz. Âdem ile başlayan ilâhî mesaj, Peygamberimize indirilen Kur’an-ı Kerim’le taçlanmıştır.

Kıymetli Müminler!

Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından bütün insanlığa gönderilen son ilâhî hitaptır. Cenâb-ı Hakkın sözü, kelâmıdır. Okunması ibadet olan Kitâp’tır. Hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı, helal ile haramı birbirinden ayıran Furkân’dır. Ruha ve bedene şifa, ahlâkî hastalıkları tedavi eden devadır. Dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını gösteren hüdâdır. İnsana yaratılış gayesini hatırlatan Zikir’dir.

Muhterem Müminler!

Sünnet, Sevgili Peygamberimizin hayat tarzı, sözleri, fiilleri ve onaylarıdır. Kur’an, bize imanı ve yalnızca Allah’a kul olmayı emretmiş; sünnet, imanın hakikatlerini öğretmiştir. Kur’an, bize imanımızın gereği olan ibadetleri emretmiş; sünnet, bu ibadetleri nasıl yapacağımızı göstermiştir. Kur’an, bize güzel ahlâkı emretmiş; sünnet ise erdemli bir hayata model olmuştur.

Değerli Müslümanlar!

Peygamber Efendimiz (s.a.s), âlemlerin Rabbinden aldığı vahyi insanlara hem tebliğ etmiş hem de açıklamıştır. Onun güzide yaşantısı, Allah’ın rızasına uygun yaşayan iyi bir Müslüman olmak için önümüzdeki en güzel örnektir. Şu geçici dünyada ve kalıcı ahiret yurdunda huzura ermek istiyorsak, tek çaremiz Peygamberimizin sünnetine uymak, onun gibi yaşamaya, onun gibi düşünmeye ve onun gibi davranmaya çalışmaktır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilmiştir:
“Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”[3]

Kıymetli Müslümanlar!

Resûl-i Ekrem Efendimiz, O’na peygamberlik görevi veren Rabbimizin kontrolü altında yaşamış, bir insan olarak kimi zaman en küçük bir hata işlediğinde bile Rabbimiz tarafından hemen uyarılmıştır. Kur’an’ın ifadesiyle Peygamberimiz (s.a.s) asla heva ve hevesine göre konuşmamış, vahye uymuştur.[4] Ashâb-ı kirâm onun mübarek sözlerini ve davranışlarını büyük bir dikkatle izlemiş ve derin bir hassasiyetle genç kuşaklara aktarmıştır.

Kur’an ve sünnet ayrılmaz bir bütündür. Dinimizin esasını teşkil eden Kur’an’ı, Peygamberimizin sünnetinden ayrı düşünmek imkânsızdır. Kur’an ile sünnet arasına mesafe koymak, “Kur’an bize yeter” diyerek sünnetin dindeki yerini hafife almak, Peygamberimizden bize ulaşan sahih bilgi hakkında şüphe uyandırmak, iyi niyetten uzak büyük bir vebaldir. Zira Kur’an’a iman eden Müslüman toplumların geleneği sünnet ile yoğrulmuş, İslam medeniyetinin temelleri Kur’an ve sünnet üzerine kurulmuştur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s) Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur: 

“Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.”[5]

Aziz Müminler!

O halde Yüce Kitabımız Kur’an’a sımsıkı sarılalım ve onun emri üzerine Sevgili Peygamberimizin sünnetine uyalım. Dinimizi en doğru şekilde öğrenme ve yaşama konusunda Kur’an’ın rehberliğinden ve sünnetin izinden ayrılmayalım. Kur’an ve sünneti birbirinden ayırarak din istismarına kapı aralayanlara, şöhret ve çıkar devşirmeye çalışanlara karşı uyanık olalım. Sünneti bugünlere taşıyan hadis külliyatımızın güvenilir olmadığını iddia eden bir zihniyete asla itibar etmeyelim. Sahih sünneti Peygamberimize ait olmayan sözler ve hurafelerle istismar edenlere karşı da uyanık olalım. Allah’ın kitabı Kur’an’la, Peygamberimizin nezih sünnetiyle hayatını şekillendiren evlatlar yetiştirmek için gayret sarf edelim.

Aziz Müslümanlar!

Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı öncülüğünde cami inşaatlarımız devam etmektedir. Âli cenap milletimizin destekleriyle inşa edilen camilerimizde ezan-ı Muhammedi gök kubbede yankılanmakta, müminler omuz omuza saf tutarak birlik ve beraberliklerini kuvvetlendirmekte, inanmış gönüller ilim ve irfanla buluşmaktadır. Cuma namazından sonra yurt içinde özellikle üniversitelerimizde ve yurt dışında muhtelif ülkelerde yapımı devam eden camilerimiz için yardımlarınıza müracaat edilecektir. Bu vesileyle geçmişten günümüze camilerimizin inşa ve ihyasına katkı sunan siz aziz cemaatimize teşekkür ediyor, yapacağınız yardımların dergâh-ı ilâhîde kabul olmasını Rabbimizden niyaz ediyorum.  




[1] Nisâ, 4/69.
[2] Nesâî, Îdeyn, 22.
[3] Ahzâb, 33/21.
[4] Necm, 53/3-4.
[5] Muvatta’, Kader, 3.
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 
KAYNAK:
Diyanet Cuma Hutbeleri

21 Mart 2019 Perşembe

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)-30 - ADL


                                      ADL 




Allah’ın isimlerinden biri de el-Adl’dir.
El-Adl: Gerçekten tam adalet sahibi olan Allah’tır. Mutlak adil olup, her şeyi yerli yerinde yapan O’dur. Tüm yaptıkları hak ve adalet üzere olan’dır.  Çok Adaletli olan O’dur.  Adaletle hükmeden O ’dur. Allah Adl’dir. Adaleti sonsuzdur. Onun ötesinde bir adalet düşünülemez.
Adl, Allah’ın isimlerinden biri olarak kullanıldığında mübalağa ifade eden bir sıfat olup “çok âdil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan” anlamına gelir. 
İslam bilginleri , adle “Allah’ın, yaratıklarına nimet vermesi ve ihsanda bulunması” mânasını verirler.
 Allah varlık âleminde adaletini en güzel biçimde göstermektedir.  Aynı şekilde Allah, kullarının yaptıklarına  da  adalet üzere karşılık verecektir. 

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim de zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.”
( Zilzâl Sûresi,7-8.ayetler)
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide suresi,8.ayet)
“...Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.” (Hucurat suresi,9.ayet)
“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.” (Mümtehine Suresi 8. Ayet)



“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”  (Nisâ Suresi 58. Ayet)
“...Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.” (Mâide Suresi 42. Ayet)


(Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)
Efkan VURAL

Bu Yazı Aşağıdaki Web Sitelerinde Yayınlanmıştır:

Celal'in Penceresinden:

15 Mart 2019 Cuma

Artık .Ayasofya Açılsın: Önemli Bir Öneri




Ayasofya Açılsın: Önemli Bir Öneri

Ayasofya  İstanbulumuzun  ve ülkemizin önemli bir  tarihi eseridir. Elbette Ayasofya Bizanslıların eseridir. Hristiyanlar için ayrı bir öneme sahiptir.  
Bizim içinde Ayasofya çok önemlidir. İstanbulun Fethinin simgesidir. Büyük Kağan Fatih Sultan Mehmet Han İstanbulu  fethettikten sonra fethin mührü olarak Ayasofya Kilisesini  Camiye çevirmiştir. Fethedilen yerlerdeki en büyük mabedin Camiye çevrilmesi  gelenek haline gelmişti. İşte Ayasofya da bu geleneğe uygun olarak Camiye dönüştürülerek  Fethin simgesi olmuştur. Bu şekilde  Kilise Camiye dönüştürülerek asırlarca Ayasofya  Camii  adını taşımıştır.
1934 yılından itibaren Ayasofya müze olarak  günümüze kadar gelmiştir. Müzeye dönüştürülme sürecinde çeşitli iddialar yazılıp çizilmektedir. Bazı zamanlarda ibadet edilen bölümün açık tutulması tartışmaları olmuştur. Süleyman DEMİREL Küçük  bir bölümünü ibadete açmıştı. Daha sonra  tekrar bu bölümde kapatıldı.
Ayasofyanın açılıp açılmaması sürekli tartışma konusu  olmaya  devam etmiştir.  Günümüzde de bu konu sıcaklığını korumaktadır.
Acizane bir teklifim var:
Ayasofya ‘yı  bütünüyle bu tartışmalardan  uzaklaştırıp, siyasi bir malzeme yapmadan tarafsız bir komisyon kurularak, Ayasofyay’ı  eski haline dönüştürebiliriz. Fatih Sultan Mehmet Han’ın vakfiyesine uygun olarak ve Büyük Sultan Fatih’in hatırasına hürmet ederek Ayasofya'yı tekrar Camiye  dönüştürerek ibadete açalım;
Ama  esas teklifim Şudur:
Ayasofyanın tarihi eser olarak  hiçbir zerresine zarar vermeden Camiye dönüştürelim.  Teknoloji çağındayız. Teknik olarak  ışıklı görsellerle hiçbir şeye zarar vermeden  ibadet anında cemaatle namaz kılarken islami motiflerle dizayn edilmesi. Namaz sonrasında müze olarak tekrar orijinal haline getirilmesi...
Bu yapılabilir....
Ziyaretçilerden de ücret alınmalıdır. Ülkemize ve devletimize de maddi yönden katkı  sağlanmalıdır.
Evet muhakkak Ayasofya Camii  açılmalı..
Ayasofyanın tekrar  Cami olarak açılması Türk ve İslam aleminin özlemidir.
Ve aynı zaman da bu, Fatih Sultan Mehmet Han’ın hatırasına saygıdır.
Bunu yapabilirsek Hem bu büyük tarihi eseri  korumuş oluruz , hem de gururumuzu ve dolayısıyla varlığımızı  korumuş oluruz.

Efkan VURAL




zellan da da müslümanlara katliam

Diyanet İşleri Başkanlığının 15.03.2019 Tarihli Cuma Hutbesi:ÇANAKKALE ZAFERİ VE BİRLİK RUHU

Diyanet İşleri Başkanlığının 15.03.2019 Tarihli Cuma Hutbesi:


ÇANAKKALE ZAFERİ VE BİRLİK RUHU



Muhterem Müslümanlar!

Vatan, insanın huzur ve güven içinde yaşadığı, hür olmanın şerefini taşıdığı topraktır. Aynı değerler uğruna baş koyanların, aynı ideallerle geleceği inşa edenlerin yurdudur. Dinini, milletini, şeref ve izzetini korumak için şehadet şerbeti içenlerin, gazi olup varlığından geçenlerin emanetidir. Bu emanete sahip çıkıp onu savunmanın karşılığı ise özgürlüktür.

Kıymetli Müminler!

Allah’ın korunmasını emrettiği mukaddes değerler uğruna can vermenin adı olan şehitlik, dinimize göre en yüce makamlardan biridir.  Çünkü şehit; din, vatan, millet, devlet ve istiklal uğruna anadan, babadan, yârdan, evlâttan hâsılı tüm sevdiklerinden ayrılmayı göze almış, mukaddesatı uğruna gözünü kırpmadan canını feda etmiştir. Bu eşsiz fedakârlığının mükâfatı ise Yüce Rabbimizin sonsuz iltifatına ve ikramına mazhar olmaktır. Cenâb-ı Hak şehidin ulaşacağı bu yüce makamı şöyle haber vermektedir:
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanma! Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.”[1] 
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ise şehidin ahiretteki durumunu şöyle ifade buyurmuştur: “Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve onlarca kez yeniden şehit olmayı ister.”[2]

Değerli Müslümanlar!

Ecdadımız, Allah’a olan imanları, vatana olan sevdaları, cesaretleri ve fedakârlıklarıyla üzerinde yaşadığımız bu toprakları asırlarca korumuştur. Tarihin hiçbir döneminde inancından ve bağımsızlığından taviz vermemiş, zulme asla boyun eğmemiştir. “Ölürsem şehit, kalırsam gazi” şuuruyla vatanın her karış toprağı için çarpışmış, ne pahasına olursa olsun canından aziz bildiği yurduna düşmanları uğratmamıştır. Tarih, vatanı ve mukaddesatı uğruna her türlü zorluğa göğüs geren şanlı ecdadımızın kahramanlık destanlarıyla doludur. İşte imanlı sinelerin Allah aşkıyla şahlandığı bu destanlardan biri de Çanakkale Zaferi’dir.

Kıymetli Müminler!

Çanakkale Zaferi, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla bir milletin omuz omuza vererek üstlendiği büyük mücadelenin adıdır. Çanakkale, ismini Sevgili Peygamberimizden alan kahraman Mehmetçiğin, imanından aldığı güçle bütün dünyaya “Çanakkale Geçilmez” diye haykırdığı, tertemiz alnından vurulup toprağa düştüğü yerdir. Yüreği sarsılmaz bir imanla dolu olanların, kalbi vatan aşkıyla çarpanların yedi düvele karşı bütün yokluk ve imkânsızlıklara rağmen kazandığı zaferdir Çanakkale.

Muhterem Müslümanlar!

Çanakkale Savaşı bize bir kez daha göstermiştir ki; Allah’ın rızasını kazanmak, i‘lâ-yi kelimetullahı yeryüzüne hâkim kılmak için çarpan yürekler asla esaret altına alınamayacaktır. Yurdumuzun üstünde tüten en son ocak sönmeden rengini şehidin kanından alan al bayrağımız inmeyecektir. Şehadetleri dinin temeli olan ezân-ı Muhammedi hiçbir zaman dinmeyecektir. Bu uğurda gerekirse nice canlar verilecek ancak mabedimizin göğsüne nâmahrem eli değmeyecektir. Hakka tapan milletimizin birlik ve beraberliğine göz dikenler asla muvaffak olamayacaktır.

Aziz Müminler!

Bugün bizlere düşen, Çanakkale’de şahlanan o muazzam ruhun idrakinde olmaktır. Bizi biz yapan, bizi millet yapan değerlerimizin etrafında kenetlenmek, onları nesillerimize aktarmaktır. Şehit ve gazilerimizin emaneti olan mukaddesatımızı aynı bilinç ve idealle yarınlara taşımaktır.
Unutmayalım ki, millet olarak birlik, beraberlik ve kardeşlik şuurunu diri tuttuğumuz, değerlerimize sahip çıktığımız müddetçe karşı koyamayacağımız hiçbir hain saldırı, kazanamayacağımız hiçbir mücadele, elde edemeyeceğimiz hiçbir zafer yoktur.
Muhterem Müslümanlar!

Yeni Zelanda’da müminlerin bayramı olan Cuma gününü hüzne çeviren, ibadet halindeki Müslüman kardeşlerimize düzenlenen menfur saldırı hepimizin yüreğini sızlatmıştır. Şu husus iyice bilinmelidir ki, dünyanın neresinde olursa olsun, kimden gelirse gelsin, hangi gerekçeyle yapılırsa yapılsın, mabetlerimize ve Müslümanlara yapılan hiçbir saldırı asla kabul edilemez.

Bu gibi provokatif hadiseler karşısında akl-ı selim ile hareket etmek Müslümanların şiarındandır. Bu menfur saldırıda şehit olan kardeşlerimize Rabbimden rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Cenâb-ı Hak her türlü bela ve musibetten ümmet-i Muhammed’i muhafaza eylesin.




[1] Âl-i İmran, 3/169-170.
[2] Buhârî, Cihâd, 21.


KAYNAK: 
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 
Diyanet Hutbeleri1
Diyanet Hutbeleri2
Diyanet Cuma Hutbeleri

14 Mart 2019 Perşembe

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)- 29- HAKEM


                                                                       HAKEM  


Allah’ın isimlerinden biri de el-Hakem’dir.
El-Hakem: Sözlükte, Hükmeden, hak ile batılın, yanlış ile doğrunun, güzel ile çirkinin ve iyi ile kötünün arasını ayıran, hakkı yerine getiren demektir.
Allah’u Teâlâ Hâkim’dir, her şey’in hükmünü de O vermektedir.
O’nun hükmü olmadan hiçbir şey, hiçbir olay meydana gelemez ve O’nun hükmünü bozacak, geri bıraktıracak hiçbir kuvvet olamaz.Tek hüküm Yüce Yaradana aittir.
El-Hakem;Hakkı batıldan ayıran ve kıyamet günü kullarının arasında hükmedip haksız ve zalimlerden mazlumun hakkını alıp sahibine iade eden veren manası içermektedir.

Allah-u Teâlâ Hakem’dir. Hak ile hükmeder. Hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ve iyiyi kötüden ayırır. Eğer Cenab-ı Hakk’ın bu isminin tecellisi olmasaydı, bizler bu zıtlar arasında bir ayırım yapamayacak, neyin hak, neyin batıl; neyin güzel, neyin çirkin ve neyin iyi, neyin kötü olduğunu hiçbir zaman bilemeyecektik.


Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

(De ki:) "Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açıklanmış olarak indiren O’dur." Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur’an’ın gerçekten rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma! (En'âm Suresi,114 . Ayet)
“ Eğer içinizden bir gurup benimle gönderilene inanır, bir gurup da inanmazsa, Allah aranızda hükmedinceye kadar bekleyin. O hakimlerin en iyisidir.” (A’raf,87.ayet)
 Allah kıyamet gününde, ihtilâf etmekte olduğunuz konulara dair aranızda hüküm verecektir.”(Hac suresi,69.ayet)
“Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir?” (Tin suresi,8.ayet)

(Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)
Efkan VURAL


Bu Yazı Aşağıdaki Web Sitelerinde Yayınlanmıştır:

Celal'in Penceresinden: