28 Şubat 2019 Perşembe

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)- 27- SEMİ


 SEMİ

 Allah’ın isimlerinden biri de es-Semi’dir.

Semi sözlükte “işitmek, duymak, bir dileği kabul etmek, anlamak; duyurmak” manalarındaki sem‘ kökünden türeyen semî‘ “işiten” demektir. Allah’a nispet edildiğinde “işitilmeye konu teşkil eden her şeyi işiten” diye açıklanır. Allah’ın işitmesi kulak gibi bir organa veya araca bağlı değildir.

es-Semî’, kâinattaki her sesi; içte saklansın yahut açıkça söylensin duyan, gizliyi, fısıltıyı bile işiten demektir.

Semî işiten, işitme kuvvetine sâhip olan ve işitme gücünü verendir. O, hiçbir şartla ve bir araca bağlı olmaksızın işitir. Her şeyi işiten, kullarının niyazını kabul eden demektir.

Allah’a nispet edilen sâmi‘nin üç manası vardır: Birincisi Allah’ın zatıyla kāim işiticilik olup işitilecek şeylerin kendisine gizli kalmadığı zâtın ezelî sıfatını teşkil eder; Bu ilâhî isim veya sıfat karşısında gizli ile âşikâr, konuşma hali ile sükût hali eşittir, çünkü Allah’ın işitmesi kulak vb. vasıtalara bağlı değildir. Semîin ikinci anlamı “işittiren” demektir. Üçüncü anlamı “dilek ve niyazları kabul eden” şeklindedir.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

(O şöyle) dedi: “Benim Rabbim, semadaki ve yerdeki sözü bilir. Ve O, (en iyi) işiten, (en iyi) bilendir.”(Enbiya suresi,4.ayet)

“Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf suresi,16.ayet)

“Sözü açıkça söylesen de söylemesen de bil ki O, gizliyi de, daha gizlisini de bilir.”(Taha suresi,7.ayet)

“...Şüphesiz Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.”(Bakara suresi,181.ayet)

“Yoksa onların sırlarını ve gizli konuşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır öyle değil, yanlarındaki elçilerimiz (melekler) yazmaktadırlar.” (Zuhrûf Suresi 80. Ayet)

(Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)

Efkan VURAL

Bu Yazı Aşağıdaki Web Sitelerinde Yayınlanmıştır:

Celal'in Penceresinden:



22 Şubat 2019 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 22.02.2019 Tarihli Cuma Hutbesi::YAŞLILARA HÜRMET, ÖMRÜMÜZE BEREKET


YAŞLILARA HÜRMET, ÖMRÜMÜZE BEREKET


اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةًۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْقَد۪يرُ.
وَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّي اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:   

مَا أَكْرَمَ شَابٌّ شَيْخًا لِسِنِّهِ إِلاَّ قَيَّضَ اللَّهُ لَهُ مَنْ يُكْرِمُهُ عِنْدَ سِنِّهِ.

Muhterem Müslümanlar!

Mekke’nin fethedildiği gündü. Hasret bitmiş, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ve güzide ashabı yıllar önce zorla çıkarıldıkları yurtlarına dönmüşlerdi. Müminler sevinçle birbirine sarılıyor, böyle bir günü lütfettiği için Allah’a şükrediyorlardı. Resûl-i Ekrem’in hicret arkadaşı, sâdık dostu Hz. Ebûbekir ise şehre girer girmez doğruca babasının yanına gitmişti. İslam’ı kabul etmesini çok arzu ettiği babasını alıp Resûlüllah’ın huzuruna getirdi. Allah Resûlü, yaşlılıktan saçı sakalı ağarmış, gözleri görmeyen Ebû Kuhâfe’yi  karşısında görünce her zamanki mütevazı, zarif ve hürmetkâr hali ile şöyle buyurdu: “Bu ihtiyarı evinde bıraksaydın da biz ona gitseydik olmaz mıydı?”[1]
Aziz Müminler!

Hayat, mevsimler gibidir. Baharı, yazı,  sonbaharı, kışı vardır. Hayatın her dönemi, ayrı özelliklere ve güzelliklere sahiptir. Kul olarak iyi işler yapmak, ibadet ve taat ile hayata anlam katmak için bu dönemlerin her biri birer fırsattır. İnsanı kemâle ulaştıran, olgun bir mümin olmanın huzurunu yaşatan en kıymetli dönem ise yaşlılıktır. Yaşlılık, bedenin yorulduğu ancak ruhun tecrübeyle yoğrulduğu bir bilgelik dönemidir.

Kıymetli Müslümanlar!

Yaşlılar, Allah’ın dualarına icabet ettiği, ihsan ve ikramına mazhar kıldığı kimselerdir. Milli ve manevi değerlerimizi, kültürümüzü yarınlara taşıyan, geçmişimizle geleceğimizi birbirine bağlayan en değerli köprülerimizdir. Onlar, yuvalarımızın dayanağı, bereket kaynağıdır. Ağarmış saçları, bükülmüş belleri toplumumuz için birer rahmet ve mağfiret vesilesidir. Sağlığının ve geçen yıllarının kıymetini bilen bir yaşlı, güzel bir insandır. Çünkü Sevgili Peygamberimiz, “İnsanların en hayırlısı kimdir?” sorusuna cevaben “Ömrü uzun, ameli güzel olandır[2] buyurmuştur.


Değerli Müminler!

İnsanoğlu, ailesi ve çevresiyle sürekli irtibat hâlinde olmak, beşerî ilişkilerini sürdürmek ister.  Yaşlılık döneminde bu ihtiyaç ve bağlılık daha da artar.  Yaşlıları hayatın coşkusundan uzaklaştırmak, toplumdan dışlamak onları mutsuzluğa ve yalnızlığa sürükler. Halbuki saygı gören, hali hatırı sorulan, fikrine danışılan bir yaşlı, kendisini huzurlu ve güvende hisseder. Yalnızlığın ve terk edilmişliğin sebep olacağı sıkıntı ve bunalımlardan kurtulur.
Kıymetli Müminler!

Hayatta ilgi, sevgi ve desteğimizi en çok hak edenlerin başında anne babamız gelir. Resûlüllah (s.a.s),  “Rabbin rızası, anne babanın rızasına, öfkesi de anne babanın öfkesine bağlıdır”[3] buyurmuştur. Anne babamıza göstereceğimiz şefkat ve merhamet, onların huzurlu bir yuvaya en çok ihtiyaç duyduğu ihtiyarlık çağında ayrı bir önem  taşır. Ömürlerinin bu en hassas döneminde onların yanı başında olmak, ihtiyaçlarını karşılamak, hayır dualarını almak bize Allah’ın rızasını kazandıracak en önemli vesilelerdendir.

Bir evladın, yaşlı anne babasını kimsesiz ve sahipsiz bırakması ise büyük bir vefasızlıktır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s), yanında annesi ile babasından biri yahut her ikisi ihtiyarlayıp da onların hoşnutluğunu kazanamadığı için cennete giremeyen kişi hakkında “Burnu yerde sürtünsün” buyurarak böyle bir kimsenin nasipsizliğine işaret etmiştir.[4]  

Muhterem Müslümanlar!

Her yaşlıda kendi hayat serüvenimizi görmek, akıl sahibi olmanın bir gereğidir. Bugünün ihtiyarları dünün gençleri olduğu gibi, bugünün gençleri de yarının ihtiyarları olacaktır. Rabbimiz bu gerçeği Kur’ân-ı Kerim’de şöyle dile getirmektedir: Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir, kudret sahibi olandır.[5]

O halde, küçükken bizi hayata hazırlayan yaşlılarımıza biz de bugün ihtimam gösterelim. Hayatlarını kolaylaştırmak ve tecrübelerinden faydalanmak için üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirelim. Unutmayalım ki, yaşlılarımıza hürmet, ömrümüze bereket katacaktır. Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu hadis-i şerifiyle bitiriyorum: “Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşından dolayı hürmet ederse, Allah da ona yaşlılığında kendisine hürmet edecek birisini hazırlar.”[6] 




[1] İbn Hanbel, VI, 350.
[2] Tirmizî, Zühd, 21.
[3] Tirmizî, Birr, 3.
[4] Müslim, Birr, 10.
[5] Rûm, 30/54.
[6] Tirmizî, Birr, 75.

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 
KAYNAK:

21 Şubat 2019 Perşembe

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)- 26- MÜZİL


 MÜZİL


Allah’ın isimlerinden biri de el-Müzil’dir.

Muzil: Dilediğini alçaltan ve zelil eden demektir.

Dilediğini zelil edip alçaltan, süründüren, hor hakir eden. İstediğinden izzet ve şerefi çekip alan anlamlarına gelmektedir.

Dilediğini  hakir kılan, emir ve yasaklarına karşı koyanları zelil eden, süründüren demektir. Zillete düşüren, değersiz kılan, alçaltan demektir.

Allah Teâlâ, dilediğini aziz edip şerefli kıldığı gibi, dilediğini de zelil eder ve hakir kılar. Allah’ın hor ve hakir kıldığını kimse şerefli kılamaz; izzet ve şerefe ulaştırdığını da kimse zelil edemez. İzzet, Allah’ın kullarına verdiği bir şeref olduğu gibi, zillet de bir perişanlık ve mahrumiyettir.

Firavun’un denizde boğulması, Nemrud’un  sivrisinek ile helak edilmesi, Karun’un hazineleri ile birlikte yere geçirilmesi gibi bütün Allah düşmanlarının başına gelen musibetler,  Muzil isminin bir tecellisidir.

El-Muzil ism-i şerifi, ahirette de tüm haşmetiyle tecelli edecek ve kâfirler cehenneme atılarak zelil kılınacaklardır.

Allah pek çok ayetinde, ahirette inkarcılara alçaltıcı bir azap olduğunu haber verir. Bu, inkarcıların dünya hayatındaki kibir ve büyüklenmelerine karşılık Allah'ın takdir ettiği bir cezadır.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“...Bilin ki asla Allah’ı âciz bırakamazsınız ve Allah inkârcıları ergeç rezil rüsvay  edecektir.” (Tevbe suresi,2.ayet)

“O gün kimi yüzleri zillet kaplamıştır.” (Gâşiye Suresi,2.ayet)

 “İnkâr edenler ateşin başına getirilince, "Size ait iyi ve güzel şeyleri dünya hayatınızda tükettiniz ve onlardan yararlandınız, şimdi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamanıza ve yoldan çıkmanıza karşılık olarak aşağılayıcı cezayı çekeceksiniz!" denilecektir.( Ahkâf Suresi,20.ayet)

“Allah’a ve peygamberine düşmanca davrananlar, işte onlar en büyük zillete uğrayanlar arasında olacaklar!” (Mücâdele Suresi,20.ayet)

“Onlardan önce kiler de doğruyu yalan saymışlar; bunun üzerine tepelerine, nereden geldiğini anlamadıkları bir azap inmişti. Böylece Allah onlara bu dünyada rezilliği tattırdı, âhiretteki azap ise daha büyük olacak. Keşke bilselerdi!” (Zümer suresi,25.ve26.ayet)

(Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)


Efkan VURAL

Bu Yazı Aşağıdaki Web Sitelerinde Yayınlanmıştır:


Celal'in Penceresinden:


15 Şubat 2019 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığının 15.02.2019 Tarihli Cuma Hutbesi:HAYATI YAŞANILIR KILMANIN YOLU: DİN VE MANEVİYAT

HAYATI YAŞANILIR KILMANIN YOLU:
DİN VE MANEVİYAT

Muhterem Müslümanlar!

İnsanoğlu, doğumundan ölümüne kadar sevgiye, şefkate ve yarenliğe ihtiyaç duyar. Hayatı boyunca manevi boşluklarına ve ruhsal sarsıntılarına merhem olacak bir dost arar. İnsanı dünyada ve ahirette huzura kavuşturacak olan yegâne destek Rabbimizin merhametidir. Nitekim Allah Teâlâ, yarattığı insana şah damarından daha yakındır. Dua ettiğinde ona icabet edendir. Onu akıl, gönül, şuur ve vicdanla donatan, meşakkatler içinde asla yalnız bırakmayandır. Çaresiz kaldığını düşünen insana Sevgili Peygamberimizin örnekliğinde çıkış kapıları bahşedendir.
Kıymetli Müminler!

Hayatın her dönemi kendine has nimetleri ve külfetleri ile beraber yaşanır. Çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık yılları kimi zaman güzel hatıralarla, kimi zaman da sıkıntı ve üzüntüler içerisinde geçer. Hayatta karşılaştığımız imtihanlara göğüs germek ve çözüm bulmak öncelikle  selim bir kalbe sahip olmakla mümkündür.  Kalb-i selim, Allah’a teslim olmakla huzur bulan kalptir. Mümin, kalbini imanla besler. Maneviyatını güçlü tutar. Enerjisini ibadetten alır. Gönül doktoru olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), kalbte karar bulan maneviyatın önemini şöyle anlatmıştır: “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi, doğru ve düzgün olursa bütün vücut iyi, doğru ve düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O kalptir.”[1]
Değerli Müslümanlar!

Allah’ın eşsiz rahmeti ve koruması altında olduğuna ve onun her an kendisini görüp duyduğuna inanan insan yalnız ve kimsesiz kalma korkusu yaşamaz. Hayatı yaşanılır kılmada, zorlukları aşmada, iyilikleri çoğaltmada imandan ve maneviyattan güç alır. Manevi dünyasını sağlıklı yollarla besledikçe gerilim ve çatışmadan uzaklaşır. Huzura kavuşur, ümidi artar. Zira yüce dinimizin bize öğrettiğine göre, insanın maddi ihtiyaçları kadar manevi ihtiyaçları da vardır. Maneviyat, hayatın doğal bir parçasıdır.  Umut, sabır ve hoşgörü kaynağıdır.
Aziz Müslümanlar!

Günümüzde iletişim imkânları artsa da maalesef insanoğlu yalnızlaşmıştır. Aile bağları zayıflamış, akrabalık ilişkileri canlılığını yitirmiştir. İsraf ve gösterişe dayalı tüketim kültürü, ruhen ve bedenen insanlığı tükenmenin eşiğine getirmiştir. İşte böyle bir zamanda her yaştan insan için manevi destek ve rehberlik vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Manevi destek; zor günlerden geçen, ayakta kalmak için yardıma ihtiyacı olan kişilere azim aşılar. Şiddete ve zulme dur diyerek merhameti yayar. Acı ve kederle başa çıkmada, bağımlılıktan kurtulmada umut olur.
Muhterem Müminler!

Cenâb-ı Hak, bir âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığında Allah ve Resûlü’nün davetine gönülden uyun ve bilin ki, şüphesiz Allah kişi ile kalbinin arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.”[2]
Hayat veren İslam ile toplumu aydınlatma vazifesini günümüzde hademe-i hayrat olan din görevlilerimiz üstlenmiştir. Onlar, sahih dini bilgi ve geleneğimizin köklü tecrübesi ile gece gündüz topluma hizmet etmektedir. Camiler ve Kur’an kursları başta olmak üzere hastaneler, ceza infaz kurumları, huzurevleri, sağlık kurumları ve öğrenci yurtları gibi hayatın her alanında milletimize manevi danışmanlık ve rehberlik yapmaktadır.
Aziz Müminler!

İmtihan dünyasında bunalan insan için hayatı anlamlı kılacak yegane kurtuluş, özüne dönmesi, hakikati araması ve maneviyatını canlı tutmasıdır. Unutmayalım ki yorulan gönüller, imanla ve muhabbetle tazelenir. Aşınan değerler vicdanla onarılır. Savrulan hayatlar, manevi destek ve rehberlikle istikrara kavuşur.
Hutbemi Cenâb-ı Hakk’ın Sevgili Peygamberimiz’e ve O’nun şahsında bütün insanlığa iç huzuru olarak bahşettiği İnşirah Suresinin meâliyle sonlandırıyorum: “Ey Muhammed! Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Senin şanını yüceltmedik mi? Elbette zorluğun yanında nice kolaylıklar vardır. Gerçekten, zorlukla beraber nice kolaylıklar vardır. Öyleyse, bir işi bitirince hemen diğerine koyul. Ve yalnız Rabbine yönel.[3]





[1] Buhârî, Îmân, 39.
[2] Enfâl, 8/24.
[3] İnşirâh, 94/1-8.

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 
KAYNAK:

14 Şubat 2019 Perşembe

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)- 25 MUİZ


                                MUİZ

Allah’ın isimlerinden biri de el-Muiz’dir.
Muiz, “aziz kılan” demektir. Allah’a nispet edildiğinde “dilediği kimseyi yücelten, güçlü ve değerli kılan” mânasına gelir.
Cenab-ı Hak Muiz’dir. İzzeti ve şerefi dilediğine verir. Her aziz olan, O’nun aziz kılmasıyla o izzete ulaşmıştır. 
Cenab-ı Hak, izzete ve şerefe layık olan kullarını en iyi bilendir. O, dilediği kulunu aziz eder, onun şanını artırır ve onu insanlar arasında vakar sahibi kılar. O kişi, bu ismin tecellisi sayesinde daima Rabbinin emrinde, Resulünün  yolunda olup, asla kendisini rezil edecek bir işte ve harekette bulunmaz.
Allah dostlarını, kendisine ibadet ve itaat etmede başarılı kılarak onları onurlandırmış ve aziz kılmıştır. Zira Allah’a itaat etmekten daha üstün bir izzet yoktur. Allah dostlarını: kanaatkarlıkla, amellerde samimi ve ihlaslı olmakla, nefislerinin arzu ve isteklerini terk etmekle aziz kılmıştır.
  
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“De ki: Ey mülkün ve mutlak hâkimiyetin sahibi olan Allahım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden geri alırsın; dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler senin elindedir. Şüphesiz ki sen her şeye kādirsin.” (Âl-i İmrân suresi,26.ayet)
“Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.”(Nisa suresi, 139.ayet)
“... İzzet ancak Allah’a, O’nun elçisine ve müminlere mahsustur...” (Münafikun, 63/8)
(Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)

Efkan VURAL

Bu Yazı Aşağıdaki Web Sitelerinde Yayınlanmıştır:

Celal'in Penceresinden:



9 Şubat 2019 Cumartesi

Diyanet İşleri Başkanlığının 08.02.2019 Tarihli Cuma Hutbesi:İBADET: KUL OLMA ŞUURU


İBADET: KUL OLMA ŞUURU



Muhterem Müminler!

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı olanıdır.”[2]

Kıymetli Müslümanlar!

Allah, insanı yalnızca kendisine kulluk etmesi için yaratmıştır.[3] Kulluk, Cenâb-ı Hakkı tanımak, O'na gönülden bağlanmak, inanıp iyi işler yapmak demektir. Kul olmanın özü, Rabbimize severek ve isteyerek itaat etmek, ihlas ve samimiyetle ibadete sarılmaktır.

Değerli Müminler!

İbadet, müminin nişanı, imanın hayata yansımasıdır. Allah’a yakın olma arzusunun ve hayırlı bir kul olma gayretinin göstergesidir. Yüce Rabbimize olan muhabbet ve bağlılığın en güzel tezahürüdür. Cenâb-ı Hakkın sunduğu imkânlara, verdiği nimetlere şükürdür. Kulun, sınırsız af ve mağfiret sahibi olan Rabbine sığınması, halini arz etmesidir.

Aziz Müslümanlar!

İbadet eden insan, ecir ve mükâfata nail olmanın yanı sıra nice güzel huy ve alışkanlık da kazanır. İbadet her şeyden önce kişiye daima Allah’ın huzurunda ve gözetimi altında olduğu bilinci aşılar. İnsanı iyiye, güzele, doğru olana sevk eder. Nitekim namazını kılan ve biraz sonra yine namaz için Rabbinin huzuruna çıkacağını bilen bir insan, kendisini sorumlu hisseder. Huşû içinde kıldığı namazlar onu aşırılıklardan ve çirkin işlerden uzaklaştırmış olur.

Aynı şekilde oruç da bize ibadet sevabı kazandırmanın yanı sıra irademizi güçlendirir, sabrımızı artırır. Nefsimize, hevâ ve hevesimize esir olmaktan, harama el uzatmaktan, kötü konuşmaktan bizi korur.

Hac ve umre, tevhid aşkını ve ümmet bilincini aşılarken, mahşer anını ve hesap gününün zorluğunu hatırlatır. Dünyalıklarından sıyrılıp ihrama bürünen her Müslüman, Allah katında değerli olanın mal, makam ve mevki değil, yalnızca iman, ibadet ve güzel ahlak olduğunu idrak eder. Dünyanın dört bir yanından gelen, dilleri, renkleri ve ırkları farklı müminlerle omuz omuza vererek

“Müminler ancak kardeştirler”[4] ilahi hitabındaki din kardeşliğini yürekten hisseder.


En kıymetli ibadetlerimizden olan zekât, sadaka ve infak ise malı arındırır ve bereketlendirir. İnsanın gönlünü zenginleştirir, dünya malına karşı hırsını azaltır, şükrünü artırır. Bencillikten sıyrılıp cimrilikten kurtulan kişi, elindeki nimetleri paylaşmakla kardeşliğin tadına varır.

Kurban, İbrahim aleyhisselamın sadakatini, oğlu İsmail'in teslimiyetini adeta yeniden yaşatarak kulun Allah’a olan kurbiyyetini artırır.

Muhterem Müslümanlar!

Kul olmak üzere yaratılan insan, farz ve nafile ibadetlerle Allah’a yaklaşmaya çalışır. O’nun rızasını kazanmayı, sevgisini elde etmeyi amaçlar. Nihayetinde Yüce Allah’ın merhametine, yardımına ve korumasına mazhar olur. Bir hadis-i kutsi’de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kulum, farz ibadetlerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder. Sonuçta ben onu severim. Sevince de onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden istediğinde ona veririm. Bana sığındığında onu korurum.” [5]

Kıymetli Müminler!

Allah’ın farz kıldığı namaz, oruç gibi ibadetlerin yanında O’nun rızasını umarak, iyi niyet ve samimiyetle yapılan her iş aynı zamanda bir ibadettir. Huzur ve güven dolu bir aile yuvası için gayret etmek, yetim ve kimsesizleri sevindirmek, muhtaçların dertlerine çare olmak ibadettir. Rızkımızı helal yollardan temin etmek için çalışmak, insanlara güzel söz söylemek ve geçim ehli olmak ibadettir.  Alışverişte dürüst olmak, selamı yaymak, hatta insanlara eziyet veren bir engeli yoldan kaldırmak bile bir ibadettir.

Aziz Müminler!

Var oluşumuzun anlamı, dünyaya gelişimizin gayesi olan kulluk, bizim için bir şereftir.  Bu şerefe layık olmak için sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirelim. Allah'a kul olmanın şuurunu bir ömür canlı tutalım. Ömrümüzü ibadetlerle, salih amellerle ve güzel ahlakla süsleyelim. Allah’ın her an bizimle beraber olduğunun idrakiyle yaşayalım.




[1] Hicr, 15/99.
[2] Ebû Davûd, Tatavvu, 27.
[3] Zâriyât, 51/56.
[4] Hucurât, 49/10.
[5] Buhârî, Rikâk, 38.

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 
KAYNAK:

7 Şubat 2019 Perşembe

Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)- 24- RAFİ


                                                              RAFİ   

Allah’ın isimlerinden biri de er-Rafi’dir.

Rafi, “yükselten, değerini arttıran, izzetli ve şerefli kılan” demektir

Er-Râfi; Dilediğini yükselten, kıymetlendiren,  dereceler ve şeref verip yükselten, dilediğinin makam ve mertebelerini arttıran, dostlarını yücelten; dilediğini aziz kılan.

Dilediğini aşağıya indiren, zelil eden Cenab-ı Allah, Er-Râfi’ ism-i şerifi ile dilediğini de yükseltir ve aziz eder. 

Bu isim dünyada tecelli ettiği gibi ahirette de tecelli edecek ve Müslüman olarak ölenler cennete girerek orada yükseleceklerdir. İşte bu, Er-Râfi isminin belki de en büyük tecellisidir!

Allah,kıyamet gününde kâfirleri zelil, müminleri aziz ve şerefli kılacağını  bildirilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a nisbet edilen ref‘ kavramı tabiatın kozmik düzeni çerçevesinde göklerin yükseltildiği, güneş sisteminin hassas dengelerle korunduğu, şeklindeki maddî muhtevanın yanı sıra insanların ruhî nitelik ve yetenekleriyle mânevî derecelerinin farklı kılındığı biçiminde soyut içerik de taşımaktadır. Bununla birlikte esmâ-i hüsnâ müellifleri râfi‘ ismini daha çok soyut alanla irtibatlandırarak “dostlarının taat ve amellerini kabul edip kendisine yaklaştıran, dünyada da onları aziz kılan” şeklinde tefsir etmişlerdir.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“O peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. Allah içlerinden bir kısmıyla konuşmuş, bir kısmını da derecelerle yükseltmiştir...”(Bakara,253.ayet)

“Dereceleri yükselten Arşın sahibi Allah’tır...” (Mü’min suresi,15.ayet)

“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği şeylerde sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz rabbinin cezası çok çabuktur; yine O’nun bağışlaması ve rahmeti boldur.”(En’am suresi,165.ayet)

“...Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin rabbin hikmet sahibidir, her şeyi bilmektedir. .”(En’am suresi,83.ayet)

“Büyük olay gerçekleştiği zaman; Artık onun vukuunu yalan sayacak kimse kalmayacaktır. O, alçaltır, yükseltir.” (Vakıa suresi,1-3.ayetler)

 (Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)

Efkan VURAL

Bu Yazı Aşağıdaki Web Sitelerinde Yayınlanmıştır:

Celal'in Penceresinden: