Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
Ey inanan kullarım! Benim arzım geniştir; o halde yalnız bana kul olmakta sebat edin.
Ankebût Suresi - 56 . Ayet
Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
Ey inanan kullarım! Benim arzım geniştir; o halde yalnız bana kul olmakta sebat edin.
Ankebût Suresi - 56 . Ayet
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)şöyle buyurur:
اِرْحَمُوا مَنْ فِى الأَرْضِ يَرْحَمْكُمْ مَنْ فِى السَّمَاءِ
“Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.”
MERHAMET EDEN MERHAMET BULUR
Muhterem Müslümanlar!
Peygamber Efendimiz (s.a.s) çocukları çok severdi. Bir defasında sahabeyle birlikte otururken yanlarına torunu Hz. Hasan geldi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) hemen onu kucağına aldı, bağrına bastı ve öptü. Peygamberimizin bu halini gören bir kişi, “Benim on tane çocuğum var, ben onlardan hiç birini öpmedim.” dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.s) şöyle buyurdu:
مَنْ لاَ يَرْحَمُ لاَ يُرْحَمُ
“Merhamet
etmeyen kimseye merhamet olunmaz.”[1]
Aziz
Müminler!
Yüce Allah’ın insanın fıtratına yerleştirdiği müstesna duygulardan biri
de merhamettir. Merhamet; Cenâb-ı Hakk’ın Rahmân ve Rahîm isimlerinin
gönüllerdeki tecellisidir. Merhamet; sıradan bir acıma duygusu değil, merhem
olmaktır yaralı gönüllere, dokunabilmektir mahzun yüreklere. Merhamet; “Bana
ne!” duyarsızlığı değil, “Bana düşen ne?” hassasiyeti göstermektir her şeye ve
herkese. Merhamet, sadece insanların maddi sıkıntılarını gidermek değil, ilim
ve hikmetle buluşturmaktır zihinleri, şefkat ve muhabbetle doldurmaktır
kalpleri. Merhamet; sadece kötülüğe karşı olmak değil, iyilikle buluşturmaktır
bütün insanları, ilgi ve sevgiyle yeşertmektir bütün umutları.
Kıymetli
Müslümanlar!
Mümin, her şeyden önce kendisine, ailesine, çevresine ve tüm mahlûkata merhamet etmelidir. Allah Resûlü (s.a.s) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır:
اِرْحَمُوا مَنْ فِى الأَرْضِ يَرْحَمْكُمْ مَنْ فِى السَّمَاءِ
“Siz
yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.”[2] Ancak, ne acıdır ki şiddet sarmalının her
tarafı kapladığı, merhametsizliğin oldukça yaygınlaştığı günlerden geçiyoruz.
Nice insan, kin, nefret ve öfkesinin esiri olmuş, merhamet duygusunu kaybetmiş
durumda. Bu sebeple de her geçen gün toplumumuzda, nice yuvalar dağılmakta,
sudan bahanelerle nice canlar hayattan koparılmaktadır. Oysaki inananlar; sabrı ve takvayı
kuşanırlar, iman ve güzel ahlakla bezenmiş bir ömür sürerlerse toplumda merhameti
hâkim kılarlar. Rabbimizin, af ve mağfiretine sığınırlar,
günahlarına bir daha dönmemek üzere tövbe ederlerse ilâhî rahmete ulaşırlar.
Değerli Müminler!
Bizler, rahmet elçisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’in ümmetiyiz. Merhameti kendisine rehber edinen bir medeniyetin temsilcileriyiz. Bize düşen; anne babamıza “Öf!” bile dememek, onların üzerine rahmet kanatlarımızı germektir. Eşimize sevgi ve muhabbetle, çocuklarımıza ilgi ve şefkatle muamele etmektir. Akraba ve komşularımızla iyi ilişkiler kurmak, güven ve huzurun teminatı olmaktır. Mesleğimiz ve işimiz gereği hizmet sunduğumuz veya hizmet aldığımız herkese karşı saygı ve nezaketle davranmak, birbirimize yardımcı olma noktasında gayret göstermektir. Kin ve nefreti kalbimizden söküp atmak, gönüllerimizi ilâhî rahmet ve nebevî merhametle donatmaktır. Kardeşliğimizi merhametle güçlendirmek, birlik ve beraberliğimizi daha da pekiştirmektir. Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin geniş olmasına umut bağlayarak haramlara yeltenmemek, kul ve kamu hakkını ihlal etmemektir. Yüce Rabbimizin şu ayetlerini asla unutmamaktır:
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ
“Resûlüm! Kullarıma, benim, çok bağışlayan ve çok esirgeyen olduğumu haber ver.”[3]
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ
“Azabımın
da çok elem verici olduğunu bildir.”[4]
Hutbemi Kur’an-ı Kerim’de yer alan şu dua ile bitiriyorum: “…Rabbimiz! Biz iman ettik. Bizi bağışla. Bize merhamet et.
Merhamet edenlerin en hayırlısı Sensin.”[5]
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)şöyle buyurur:
اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ
“Müslüman, insanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir.”[i]
HER CANIN DOKUNULMAZLIĞI VARDIR
Muhterem Müslümanlar!
Allah Resûlü (s.a.s) ve ashâb-ı kirâm hicretin onuncu yılında hac ibadetini eda etmek üzere Arafat’ta bir araya gelmişlerdi. Peygamber Efendimiz (s.a.s) o gün, Allah’ın emir ve yasaklarını, İslam’ın evrensel mesajlarını, insan hak ve hürriyetlerini ilan etmişti. Yıllar sonra “Veda Hutbesi” olarak anılacak bu konuşmasında yer alan hikmet yüklü mesajlardan biri de can dokunulmazlığıdır.
Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s) Veda Hutbesi’nde insanlığa şöyle seslenmiştir:
“Ey
insanlar! Bu Zilhicce ayınız, bu Mekke şehriniz, bu arefe gününüz nasıl
mukaddes ise canlarınız, mallarınız, ırzlarınız, şeref ve namusunuz da aynı
şekilde mukaddestir, dokunulmazdır.”[1]
Aziz Müminler!
Yüce dinimiz İslam’a göre insan, yaratılmışların en üstünü ve en kıymetlisidir. Her türlü saygı ve hürmete layıktır. Dini, dili ve rengi ne olursa olsun; kadın erkek her insanın bedeni dokunulmazdır, canı mukaddestir. Bu sebepledir ki, tıbben zaruri ve dinen meşru bir sebep olmadıkça anne karnındaki ceninin hayatına kürtajla son verilemez. Hiç kimse kendi canı bile olsa intihar ederek hayatını sonlandıramaz. Örf ve adetlerin arkasına sığınarak töre cinayetine yeltenemez. Namusu gerekçe göstererek hiçbir canı hayattan koparamaz. Kendini devletin yerine koyarak suçluyu cezalandıramaz. Hâsılı hiç kimse bir başkasının canına kastedemez, bedenine zarar veremez, şeref ve haysiyetine dil uzatamaz.
Nitekim hutbeme başlarken okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Kim
bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah
ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”[2]
Değerli Müslümanlar!
Ne acıdır ki, her geçen gün dünyamız yaşanmaz bir hal alıyor. Kendisinden başka hiç kimseye hayat hakkı tanımayan zalimler, başta Gazze olmak üzere İslam beldelerinde tarihte eşine az rastlanır bir soykırım uyguluyorlar. Maalesef, Müslümanlar olarak bizler de günden güne İslâmî duyarlılığımızı, ahlâkî hassasiyetlerimizi kaybediyoruz. İnsanlıktan nasibini almamış, kin ve düşmanlığın, hırs ve tamahın esiri olmuş kimseler yüzünden ailede, okulda, iş hayatında ve trafikte şiddet görüntüleri artmaya devam ediyor. Nice masumlar öldürülüyor, nice yürekler yanıyor. Ancak şu husus asla unutulmamalıdır ki, insanların kalbine Allah korkusu, ahiret bilinci, hesap verme şuuru yerleştirilmedikçe, suçlulara karşı caydırıcı cezalar uygulanmadıkça, kötüler suç işlemeye devam edecektir.
Yüce Rabbimizin bu husustaki ikazı gayet açıktır:
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.”[3]
Evet, devlet eliyle ve hukuk önünde suçluya uygulanacak olan caydırıcı
cezalar, nice masumların canını kurtaracak, nice kavrulan yüreklere su
serpecektir. İşte Kur’an’ın tüm insanlığa çağrısı; “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat
vardır.”
Kıymetli Müminler!
Bizler, merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimize gönülden iman etmiş müminleriz.
اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ
“Müslüman, insanların
elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir.”[4] buyuran Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’in ümmetiyiz.
Bize düşen; merhameti elden bırakmamak, elimizle ve dilimizle hiç kimseye zarar
vermemektir. Şiddete asla tevessül etmemek, bir insanın canına kıymak şöyle
dursun onun kalbini kırmaktan, gönlünü incitmekten bile sakınmaktır. Çocuklarımızı ve gençlerimizi dinine bağlı, milletine ve
insanlığa faydalı kişiler olarak yetiştirmektir. Sağlığına kavuşmayı bekleyenlere, hastane
köşelerinde hayata tutunmaya çalışanlara kanımızla, organlarımızla can
olmaktır. Unutmayalım ki, kendi canımızı aziz
bildiğimiz kadar bütün insanların da canını aziz bilirsek, kendimiz için sevip
istediğimiz bütün hayırları diğer insanlar için de istersek, işte o zaman kâmil
bir mümin, örnek bir Müslüman, iyi bir insan oluruz.