İSLAM MEFKÛRESİNİ DİRİ TUTALIM
Muhterem Müslümanlar!
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in insanları tevhit inancına
davetinin ilk günleriydi. Müslüman olanların sayısı gün geçtikçe artıyordu.
Müşrikler, onları inançlarından döndürmek için her yolu
deniyorlardı. Davasından vazgeçirmek için amcası Ebû Tâlib’i, Peygamberimiz
(s.a.s)’e gönderdiler. Ancak Resûlullah (s.a.s), hak ve hakikat yolculuğundan
asla geri adım atmadı ve kararlılığını şöyle ifade etti: “Allah’a yemin olsun ki
sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar, Allah dinini güçlendirinceye veya
bu yolda canımı verinceye kadar davamdan asla vazgeçmeyeceğim.”[1]
Aziz Müminler!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bu tavrı ve duruşu ile
aslında İslam’ın bir mefkûresi, bir ideali olduğunu bizlere öğretiyordu. Bu ideal,
insanların zihnini ve gönlünü Allah’a iman ile aydınlatma gayretidir. İ‘lâ-yi
kelimetullah, yani Allah’ın Yüce ismini yeryüzünün dört bir tarafına duyurma kararlılığıdır.
Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’in örnek ahlakı ile insanlığı
buluşturma çabasıdır. Bu ideal, yeryüzünde ilim ve hikmete, sevgi ve saygıya,
şefkat ve merhamete dayalı bir medeniyet oluşturma azmidir. Zulme ve kötülüğe
engel olma, adalet ve iyiliği dünyaya hâkim kılma iradesidir. Nitekim Yüce
Rabbimiz bu iradeye sahip çıkmamız için şöyle buyurmaktadır: “İçinizden hayra çağıran,
iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa
erenlerdir.”[2]
Kıymetli Müslümanlar!
İslam mefkûresinin dayanağı Kur’an-ı Kerim ve Peygamber
Efendimizin sünnet-i seniyyesidir. Bu iki kaynaktan beslenen Müslümanlar, yeryüzünde
insanca yaşamayı temin etmek için gayret gösterdiler. Peygamber Efendimiz
(s.a.s)’in vefatından beş yıl sonra Kudüs’ü zulmün esaretinden kurtarıp dâru’s-selâm,
barış ve esenlik yurdu kıldılar. Yedi yıl sonra da Diyarbakır surlarına İslam sancağını dikerek Anadolu’ya
İslam güneşinin doğmasına vesile oldular.
Değerli Müminler!
Aziz
milletimiz de İslam’la şereflendikten sonra asırlarca İslam’ın sancaktarlığını
yaptı. Ecdadımız, bu kutlu dava uğrunda yılmadan ve yıkılmadan seferden sefere,
zaferden zafere koştu. Allah’ın izni ve yardımıyla Malazgirt’te destan yazdı.
Anadolu’nun kapılarını hiç kapanmamak üzere İslam’a açtı. Aşılmaz denen
burçları aştı, yıkılmaz denen kaleleri yıktı ve İstanbul’u fethetti. Sevgili
Peygamberimiz (s.a.s)’in “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel
komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.”[3] müjdesine
nail oldu. Milletimiz imanından aldığı güçle her türlü imkâna sahip işgalcileri
Çanakkale’de büyük bir yenilgiye uğrattı. Bütün zorluklara rağmen Millî
Mücadele’den birlik ve beraberlik ruhuyla zafer elde ederek bu topraklardaki
istiklal ve istikbalini perçinledi.
Aziz Müslümanlar!
Bugün bizlere düşen, İslam’ın
öğrettiği yüce idealleri diri tutmaktır. Birlik ve beraberliğimize, kardeşlik
ve muhabbetimize her daim sahip çıkmaktır. Ülkemize ve milletimize kurulan
tuzakları boşa çıkartmak için her alanda güçlü olmaktır. Kötülüğün yerine iyiliği, zulmün yerine
adaleti, nefretin yerine sevgiyi hâkim kılmaktır. Bu ulvi değerlerin yaşandığı
ve öğretildiği güçlü aile yuvaları kurmaktır. Geleceğimizin teminatı
evlatlarımızı milli ve manevi değerlerine bağlı, topluma ve insanlığa faydalı nesiller
olarak yetiştirmektir.
Hutbemi, başta Gazze ve Filistin olmak üzere tüm mazlumların zafere
ulaşıp aziz olacağını, işgalci zalim ve siyonistlerin mağlup olup zelil
kılınacağını haber veren şu hadis-i şerifle bitiriyorum: “Gece ve gündüzün
ulaştığı her yere İslam ulaşacaktır. Allah, ister kerpiçten isterse deve
kılından yapılsın İslam’ın girmediği hiçbir ev bırakmayacaktır. Bu, kimi için
izzet, kimi içinse zillet olacaktır. Allah, İslam’ı aziz eyleyecek, küfrü ise
zelil kılacaktır.”[4]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder