Allah Resûlü (s.a.s), bir gün ashabına ve onların
şahsında bütün insanlığa şöyle seslendi: “Ey insanlar! Allah Teâlâ
temizdir, ancak temiz olanı kabul eder. Allah, Peygamberlerine emrettiği
şeyleri müminlere de emretti.” Peygamber Efendimiz bu sözlerinin ardından
şu âyeti okudu: “Ey Peygamberler! Temiz olan şeylerden yiyin, güzel
işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim.”[1]
Allah Resûlü (s.a.s) konuşmasına devam ederek,
ashabına bir adamın halini anlattı. Bu adam uzun yolculuklar yapmış, üstü başı
toz toprak içinde kalmış, ellerini göğe açmış “Yâ Rab, yâ Rab!” diye
yalvarıyordu. Sonra Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Fakat onun yediği
haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haram idi. Peki, böyle birisinin
duası nasıl kabul edilsin?”[2]
Kıymetli Müminler!
Yerlerin ve göklerin sahibi olan Allah, uçsuz bucaksız
bir kâinat ve bu kâinat içinde insanın hayatını devam ettirmesine uygun bir
dünya var etti. Tatlı ve latif sularla, bin bir çeşit leziz yiyecekle çevremizi
donattı. Ekinlerin yetiştiği arazileri, meyve bahçelerini, onları büyüten
güneşi ve yağmuru lütfetti. Her biri ayrı güzel ve birbirinden değerli nice
varlığı insanın emrine amade kıldı. Sonra da kullarından seçici davranmalarını
isteyerek şöyle buyurdu: “Allah’ın size verdiği helâl ve temiz
rızıklardan yiyin ve iman etmiş olduğunuz Allah’ın yasaklarından sakının.”[3]
Ancak insanoğlu, çoğu zaman Rabbinin verdiği
nimetlerden istifade edip yeryüzünü ıslah etmek ve iyiliği çoğaltmak yerine,
fesat çıkarıp kendisine ve dünya evine zarar verdi. Şehir hayatının, lüks ve
konforun cazibesi karşısında ziraatı, doğal hayatı, dengeli yaşamı terk etti.
Kimi zaman tohumların genetiğini bozarak, kimi zaman kimyasal ve yapay
ürünlerle tabiatı zehirleyerek tertemiz nimetlere yazık etti. Halbuki
toprağımıza, ürünümüze, el emeğimize sahip çıkmak hepimizin vazifesiydi.
İnsanoğlu “Sakın dengeyi bozmayın”[4] ilahi
uyarısına riayet etmeyerek kendi elleriyle toprağı, havayı ve suyu kirletti.
Maddi menfaatlere aldanarak, kendisi dışındaki varlıklara ve gelecek nesillere
karşı da sorumlu olduğunu unuttu. Oysaki Allah Teâlâ, bizi şöyle
uyarmıştı: “Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın…”[5]
Aziz Müminler!
Bir toplumda maddi ve manevi tahribat gıdanın
bozulmasıyla başlar. Helal haram duyarsızlığı, insanlarda bir bilinç
kirlenmesine dönüşür. Ahlaki ve insani değerler göz ardı edilince, yenilip
içilenler, üretilip tüketilenler fayda yerine zarar verir. Nihayetinde
toplumsal bir yozlaşma gerçekleşir; küçücük dimağların ve gencecik yavruların
fıtratı bozulur. Sevginin, saygının ve hoşgörünün tükendiği, kötülüğün,
hayâsızlığın ve adaletsizliğin çoğaldığı bir ortam oluşur. Nitekim Cenâb-ı Hak,
münafık şahsiyetinden bahisle, “O, senin yanından ayrılınca yeryüzünde
bozgunculuk yapmaya, ekini ve nesli yok etmeye çalışır. Allah ise bozgunculuğu
sevmez”[6] buyurmuştur.
O halde, dünya üzerinde huzuru ve barışı yok etmek isteyenler, ekini ve nesli
ifsat etmek için çaba göstermektedir. Müminler için bu ayet hem bir uyarı hem
de temiz bir gıda ve nezih bir nesil inşa etmeye davettir.
Değerli Müslümanlar!
Her söz ve davranışımız gibi, her
lokmamızın da hayatımızda derin tesiri vardır. İnsan ne yediğine ve ailesine,
sevdiklerine ne yedirdiğine dikkat etmekle mükelleftir. Bu dünya bize, biz de
birbirimize emanetiz. O halde sorumluluğumuzun farkına varalım; ölçülü ve
ahlaklı bir hayatı benimseyelim. Helal kazancın, temiz üretimin, dengeli
tüketimin ve sağlıklı nesillerin gayreti içinde olalım.
[1] Mü’minûn, 23/51.
[2] Müslim, Zekât, 65; Tirmizî,Tefsîru’l-Kur’ân,
2.
[3] Mâide, 5/88.
[4] Rahmân, 55/8.
[5] A’râf, 7/56.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder