Muhterem
Müslümanlar!
Varlık âleminin en nadide üyesi, vahye muhatap olan insanoğludur.
Yeryüzünün en şerefli varlığı olmak, nimetin yanı sıra imtihanı da beraberinde
getirir. İnsan kimi zaman korkuyla, açlıkla, canıyla ve evladıyla, kimi zaman
da varlıkla, servetle, makam ve mevki ile imtihan olur. En büyük imtihanlardan
birisi de insanın nefsiyle mücadelesidir.
Nefis; kulun içindeki olumsuz duyguların, meşru olmayan
isteklerin, kötü huy ve fiillerin kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Yusuf’un
dilinden nefsin bu özelliği şöyle anlatılır: “Yine de ben nefsimi temize
çıkarmıyorum. Çünkü nefis, Rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü
emreder; şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”[1]
Kıymetli
Müminler!
Cenâb-ı Hak insanı en güzel şekilde yaratmış, onu selim bir
akıl, sağlam bir irade ve engin bir gönül ile donatmıştır. Doğruyu yanlıştan
ayırt etmesi için ona Kur’an’ı ve peygamberlerin örnekliğini bahşetmiştir.
Verdiği nimetleri gereği gibi kullanmasını ve nefsinin sınır tanımayan
istekleriyle mücadele etmesini emretmiştir. Tercihlerini doğrudan yana yapan,
iradesine sahip olan, nefsine dur diyebilen, günahlarından arınıp kendini ıslah
eden kişi, kurtuluşa erer. Nefsinin isteklerine boyun eğen, hevâsının esiri
olan, aklını kullanarak arzularını kontrol edemeyen ise hüsrana uğrar. Yüce
Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bu hususu bizlere şöyle hatırlatmaktadır: “Nefse
ve onu şekillendirip düzenleyene; ona kötü ve iyi olma kabiliyeti verene yemin
olsun ki, nefsini arındıran elbette
kurtuluşa ermiştir. Onu arzularıyla baş başa bırakan da ziyana uğramıştır.”[2]
Değerli
Müslümanlar!
Nefis,
iyiyle kötünün mücadele alanıdır. İnsanlık tarihi, nefsine uyup kendini ve
yaşadığı toplumu felakete sürükleyen nice örneklerle doludur. Hz. Âdem’in
çocuklarından biri olan Kâbil, hırsına, hasedine yani nefsine uymuş ve kardeşi
Hâbil’i öldürmüştür. Hz. Yakub’un oğulları, nefislerinin esiri olmuş,
kıskançlıkları yüzünden kardeşleri Hz. Yusuf’u kuyuya atmıştır. Firavunlar,
Nemrutlar, Karunlar, Ebu Cehiller hep nefislerinin peşinden koşmuş, vahyin
rehberliğine sırtlarını dönmüş, kimi tahtına, kimi gücüne, kimi servetine, kimi
de benliğine güvenmiş, hem dünyada zelil hem de ahirette azaba düçar
olmuşlardır.
Kıymetli Müslümanlar!
Mümin
için asıl olan, nefsini lanetlemesi değil, onu terbiye etmesi ve güzel huylarla
donatmasıdır. Allah’ın çizdiği sınırlara, ahlâka ve vicdana aykırı olan her türlü
isteğine karşı, nefsini kontrol altında tutmasıdır. İyiliğin ve iyilerin
tarafında, kötülüğün ve kötülerin karşısında yer almasıdır.
Aziz Müminler!
Resûl-i Ekrem (s.a.s),
bir hadislerinde şöyle buyurur: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölümden
sonrası için çalışandır. Zavallı kişi ise, nefsinin her türlü arzu ve
isteklerine uyan ve buna rağmen hâlâ Allah’tan iyilik temenni edendir.”[3] O
halde, geçici dünyanın aldatıcı renklerine heves eden nefsimizin peşine
düşmeyelim. Aklımızı, irademizi, sabrımızı daima canlı tutalım. Hayatın bir
imtihan olduğunu, ölümün ve hesabın ansızın gelebileceğini hafızamızda canlı
tutalım. Yüce Rabbimizin gizli-açık
her halimizi gördüğü şuuruyla yaşayalım. Böylelikle küfrün karanlığından uzak,
günahın yükünden arınmış, huzurlu ve kâmil bir mümin olalım. Hutbemi Sevgili
Peygamberimizin şu duasıyla bitiriyorum: “Allah’ım! Nefsime takvayı ver. Nefsimi arındır; onu en iyi arındıracak
olan sensin. Onu koruyan da onun sahibi de sensin. Allah’ım! Faydasız ilimden,
huşu duymayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana
sığınırım.”[4]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder