Aziz Müminler!
Peygamber Efendimiz,
hicretten sonra muhacir ile ensarı kardeş ilan etmişti. Aralarında manevi
kardeşlik bağı kurduğu sahabiler arasında Selmân-ı Fârisî ile Ebu’d-Derdâ da vardı.
Ebu’d-Derdâ, İslam’la şereflendikten sonra Allah’a ibadet dışında hiçbir şeyle
meşgul olmamaya karar vermişti. Ticareti bırakmış, hatta ailesini dahi ihmal
etmeye başlamıştı. Onun bu durumuna şahit olan Selmân, kardeşi Ebu’d-Derdâ’yı
şu sözlerle uyardı:
“Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Şu halde her hak sahibine hakkını ver!” Ebu’d-Derdâ, Selmân’ın bu sözlerini Peygamber Efendimize aktarınca Allah Resûlü (s.a.s), “Selmân doğru söylemiş”[1] buyurdu.
“Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Şu halde her hak sahibine hakkını ver!” Ebu’d-Derdâ, Selmân’ın bu sözlerini Peygamber Efendimize aktarınca Allah Resûlü (s.a.s), “Selmân doğru söylemiş”[1] buyurdu.
Muhterem Müslümanlar!
Hakkın
kaynağı Allah’tır. O, yerin ve göğün maliki, her şeyin sahibidir. Bizleri
yoktan var eden, bizlere sayısız nimetler bahşedendir. Dolayısıyla hakkına en
fazla riayet etmemiz gereken de O’dur. Peygamber Efendimiz (s.a.s), Rabbimize
karşı sorumluluğumuzu ve bu sorumluluğu yerine getirdiğimizde elde edeceğimiz
mükâfatı şöyle haber vermiştir:
“Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamaları ve O’na ibadet etmeleridir. Bunu yaptıkları takdirde kulların Allah üzerindeki hakkı ise Allah’ın onlara azap etmemesi, onları cennetine koymasıdır.”[2]
“Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamaları ve O’na ibadet etmeleridir. Bunu yaptıkları takdirde kulların Allah üzerindeki hakkı ise Allah’ın onlara azap etmemesi, onları cennetine koymasıdır.”[2]
Kıymetli Müminler!
Allah Teâlâ, kendine kulluğun
hemen ardından varlık sebebimiz olan anne babamızın hukukuna dikkat çekmiş ve
şöyle buyurmuştur:
“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara ‘öf!’ bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.”[3]
“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara ‘öf!’ bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.”[3]
Anne
babaların çocukları üzerinde hakları olduğu gibi çocukların da anne baba
üzerinde hakları vardır. Onları helal lokmayla beslemek, dinine bağlı,
vatanına, milletine, insanlığa faydalı, güzel ahlaklı bireyler olarak
yetiştirmek çocuklarımızın bizim üzerimizdeki hakkıdır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır:
“Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.”[4]
“Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.”[4]
Değerli Müslümanlar!
Din,
ırk ve cinsiyet farkı olmaksızın her insanın hayat hakkı vardır. Allah’ın çizdiği sınırlar dışında hangi gerekçeyle
olursa olsun bir cana kıyılması, kadınların, çocukların, masumların yaşama
haklarının ellerinden alınması çok büyük vebaldir. Rabbimiz, bu hususta şöyle
buyurur:
“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde devamlı kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”[5]
“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde devamlı kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”[5]
Muhterem Müslümanlar!
Dinimize göre; sadece
insanlara değil, hayvanlara da şefkat ve merhametle yaklaşmalıyız. Hayvanlara
eziyet etmenin, hayat haklarını hiçe saymanın ahiretteki neticesi hüsrandır.
Nitekim Rahmet Peygamberi (s.a.s), bir kediyi hapsedip aç kalarak ölmesine
sebep olan bir kadının bu zulmü yüzünden cehenneme gireceğini[6] buna mukabil susamış bir köpeğe su içiren bir adamdan Allah
Teâlâ’nın hoşnut olup onu bağışladığını[7]
haber vermiştir.
Aziz Müminler!
Hak ve hakikatin kitabı olan Kur’an-ı
Kerim’de şöyle buyrulur: “Takva sahiplerinin mallarında yardım isteyenlerin ve yoksulların belli bir
hakkı vardır.”[8] Malında
ihtiyaç sahiplerinin de hakkı olduğu bilincini taşıyan bir mümin, fakire,
yoksula, yetime, kimsesize yardım etmekte bir an bile tereddüt etmez.
Harcamalarında ölçülü hareket eder. İsraf ve gösterişten kaçınır. Sadeliği ve
kanaatkârlığı tercih eder. Bir lokma ekmekte bile yeryüzü sakinlerinin hakkı
olduğunu bilir.
Kıymetli Müminler!
İçinde yaşadığımız topluma karşı da sorumluluklarımız vardır.
Bunları yerine getirmek, kul hakkı kadar kamu hakkını da gözetmek hepimizin
vazifesidir. Zira hak ihlalleri bir toplumda huzura ve kardeşliğe yönelen en
ciddi tehdittir. Şiddete göz yummak, çevreyi kirletmek, trafik kurallarına
uymamak, kaçak elektrik kullanmak, stokçuluk yapmak, kamu malına zarar vermek
gibi davranışların sonu toplumsal gerilim ve kayıptır. Peygamber Efendimiz bu
kaybın ahirete uzanan boyutunu şöyle anlatır:
“Âhiret gününde ne altın ne de gümüş para vardır. Bu nedenle haksızlık yapanın iyilik ve sevapları varsa bunlardan alınıp hak sahibine verilir. Şayet sevabı yoksa mağdur ettiği kişinin günahlarını yüklenir.”[9]
“Âhiret gününde ne altın ne de gümüş para vardır. Bu nedenle haksızlık yapanın iyilik ve sevapları varsa bunlardan alınıp hak sahibine verilir. Şayet sevabı yoksa mağdur ettiği kişinin günahlarını yüklenir.”[9]
Kardeşlerim!
Allah’a döndürüleceğimiz, herkese hak ettiği karşılığın tam olarak
verileceği ahiret gününe hazırlanalım. Hakka girmekten, hakkımız olmayanı talep
etmekten, hakları sahiplerinden esirgeyerek zulmetmekten Allah’a sığınalım. Samimi
bir kul, hürmetkâr bir evlat, şefkatli bir anne baba, vefakâr bir eş olalım. Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevelim ve
merhamet edelim.
[1] Buhârî, Savm, 51.
[2] İbn Hanbel, V, 239.
[3] İsrâ, 17/23.
[4] Tirmizî, Birr ve sıla, 33.
[5] Nisa, 4/93.
[6] Buhârî, Bed’ü’l-halk, 16.
[7] Buhârî,
Müsâkât, 9.
[8] Zâriyât, 51/19.
[9] Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 2.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder