Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ
Bu (Kur’an) ise bütün âlemlere kesinlikle bir öğüt ve uyarıdır.
Sâd Suresi 87. Ayet
Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ
Bu (Kur’an) ise bütün âlemlere kesinlikle bir öğüt ve uyarıdır.
Sâd Suresi 87. Ayet
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)şöyle buyurur:
Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun verdiği zarar, mala ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük değildir.
(Tirmizî, "Zühd", 43)
ALIN TERİ MUKADDESTİR
Muhterem
Müslümanlar!
Bir gün Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ashabıyla sohbet ederken yanlarından güçlü ve heybetli bir adam geçti. Adamın bu görüntüsünden etkilenen sahabeden bazıları, “Ey Allah’ın Resûlü! Keşke bu adam, gücünü Allah yolunda kullansa!” dediler.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurdu:
“Eğer bu kişi, ailesinin ve çocuklarının
geçimini sağlamak için çalışıyorsa, Allah yolundadır. Anne ve babasının
ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa, Allah yolundadır. Kendi izzet ve onurunu
korumak için çalışıyorsa yine Allah yolundadır.”[1]
Aziz Müminler!
Yüce dinimiz İslam, kişinin; Allah’ın emirlerine ve yasaklarına riayet ederek kendisinin ve ailesinin rızkını helal ve meşru yollardan temin etmesini, kimseye yük olmadan çalışmasını bir ibadet olarak görmüştür. El emeğini ve alın terini mukaddes kabul etmiştir. Tembelliği, miskinliği, dilenmeyi, zamanı ve hayatı israf etmeyi ise yasaklamıştır.
Cenâb-ı Hak, “İnsan
için ancak çalıştığının karşılığı vardır ve çalıştığını da görecektir.”[2]
buyurarak bizlere; dünya ve ahiret huzurunu elde
etmek için çalışmayı öğütlemiştir.
Kıymetli Müslümanlar!
Dinimiz, kazancın
helal olması kadar, kazanç yollarının meşru olmasına da önem vermektedir. Bu sebeple;
çalışmanın, işyeri açmanın, kazanç elde etmenin kuralları ve âdâbı vardır. Allah’ın
haram kıldığı şeylerin alınıp satılması meşru değildir. Dolayısıyla Müslüman; akıl
ve iradeyi yok eden, kazaların yaşanmasına, cinayetlerin işlenmesine sebep olan
alkolü üretemez, alamaz, satamaz, kullanamaz ve kullanılmasına katkıda
bulunamaz. Yuvaları dağıtan, toplumsal hayatta kapanmaz yaralar açan kumarı oynayamaz,
oynatamaz ve oynanmasına imkân sağlayamaz. Malın ve ömrün bereketini götüren, emeğin
ve alın terinin düşmanı olan faizi alamaz, veremez, ona aracı olamaz. Toplumsal
barışı bozan karaborsacılık, tefecilik ve stokçuluk gibi haramları işleyemez, bunlardan
kazanç elde edemez.
Değerli Müminler!
İslam’a göre işçi
olmanın da bir takım sorumlulukları vardır. İşçi; rızkını temin ettiği işyerini
ve orada bulunan malzemeleri bir emanet olarak bilmeli, onlara asla zarar
vermemelidir. İşyerindeki hiçbir eşyayı şahsi ihtiyaçları
için kullanmamalı, özel bilgileri başkalarıyla paylaşmamalıdır. İşçi; çalışma
saatlerine riayet etmeli, işini aksatmamalıdır. Beraber çalıştığı arkadaşlarına
karşı saygılı olmalı, onların haklarını kendi hakkı gibi gözetmeli, onlara
zarar verecek davranışlardan şiddetle kaçınmalıdır.
Aziz Müslümanlar!
İslam, işverene de birçok vazife yüklemiştir. İşveren; Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in,
“Çalışana ücretini, teri kurumadan verin.”[3] uyarısını dikkate alarak
işçiye hakkını tam ve zamanında vermekle yükümlüdür. Dolayısıyla işveren; ucuz
iş gücü adına, işçiyi; ağır şartlarda, az bir ücretle çalıştıramaz, onu sosyal haklarından
mahrum bırakamaz.
İşveren, aynı zamanda işçinin insanî ihtiyaç ve haklarını kullanmasını sağlamakla sorumludur. Bu sebepledir ki, işveren; Cenâb-ı Hakk’ın,
“…Namaz,
müminler için vakitleri belirlenmiş farz bir ibadettir.”[4] ayeti
apaçık ortadayken, işçinin; beş vakit
namaz ve Cuma namazını vaktinde eda etmesine; oruç tutmasına; Allah’ın emri,
müminin süsü olan tesettürü kuşanmasına engel olamaz. Ayrıca işveren, işçinin;
dinlenme saatlerini, haftalık veya yıllık izinlerini kullanmasını da kısıtlayamaz.
İşveren; Yüce Rabbimizin,
فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ
“…Heva ve hevesinize kapılıp adaletten sapmayın…”[5] emrine uyarak işçinin, hak ve hukukunu da korumakla mükelleftir.
Bu
nedenledir ki, işçiye, sistematik bir
baskı uygulayamaz. Onun; onur ve iffetini, şeref ve haysiyetini zedeleyecek söz,
tutum ve davranışlarda bulunamaz. Onu, haksız şekilde işten çıkaramaz, ailesini
ve çocuklarını mağdur edemez.
İşveren; işyerinin güvenliğinin sağlanmasından, işçinin sağlıklı bir iş ortamında çalışmasından da mesuldür. Hiçbir işçi; canının tehlikeye gireceği, akıl, beden ve ruh sağlığının bozulacağı bir işte istihdam edilemez.
Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in uyarısı gayet açıktır:
“Kim insanlara
zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim insanlara zorluk çıkarırsa, Allah
da ona zorluk çıkarır.”[6]
Kıymetli Müminler!
Allah
katında işçi ya da işveren olmanın bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük, takvadadır;
yani Allah’tan
hakkıyla sakınmak, O’nun emirlerini yerine
getirmek, yasaklarından kaçınmaktır. Öyleyse, Rabbimizin rızasını, adaleti,
hakkaniyeti, dürüstlüğü ve gönül kazanmayı tüm kazançların üstünde görelim. Unutmayalım
ki, huzur ve mutluluk; sadece tüketmek ve biriktirmekte değil, paylaşmakta ve
kanaat göstermektedir.
Hutbemi
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in şu hadisiyle bitiriyorum:
“….Hiç kimse Allah’ın
kendisine takdir ettiği rızkı er ya da geç elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse
Allah’tan hakkıyla sakının ve rızkınızı güzel yollardan isteyin. Helal olanı
alın. Haramdan kaçının.”[7]
Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)şöyle buyurur:
“Allah’ım! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden ve kalbimin şerrinden Sana sığınırım…”
Tirmizî, Deavât, 74.
HUCURÂT SÛRESİ: ERDEMLİ BİR TOPLUMUN İNŞASI
Muhterem Müslümanlar!
İnsanın; yaratıcısıyla, diğer insanlarla ve çevresiyle
ilişkilerini düzenleyen, bu konuda temel ilkeler getiren sûrelerden biri de
Hucurât sûresidir.
Bir diğer adı da ‘Ahlak sûresi’ olan Hucurât
sûresi; insanların ancak imanla şeref bulacaklarını, İslam’la izzete kavuşacaklarını
haber vermektedir. Müminlerin; iman bağıyla birbirlerine kenetlenmeleri, âdâb-ı
muâşerete riayet etmeleri, birlik ve beraberliklerine zarar verecek her türlü
söz, tutum ve davranıştan kaçınmaları gerektiğini hatırlatmaktadır.
Aziz Müminler!
Yüce Rabbimizin Hucurât sûresindeki ilk mesajı şöyledir:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِهِ
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlü’nün önüne geçmeyin…”[i]
Allah ve Resûlü’nün önüne geçmemek; onları
herkesten çok sevmektir. Allah’ın rızasını, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in
muhabbetini her şeyden üstün tutmaktır. Her zaman ve her yerde Kur’an’a ve
sünnete gönülden bağlanmaktır. Allah ve Resûlü’nün koyduğu
hükümleri; karar ve tercihlerimizden, görüş
ve düşüncelerimizden daha önemli ve daha değerli görmektir. Hülasa, Allah ve Resûlü’nün önüne geçmemek,
her mümin için bağlayıcı bir emir, imânî bir zorunluluktur.
Hucurât sûresinde verilen bir diğer mesaj ise,
اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ فَتَبَيَّنُٓوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
“Ey iman edenler! Size bir fâsık haber getirirse onun doğruluğunu araştırın…”[ii] emridir.
Ayet-i kerime, bizleri; yalan haber ve yanıltıcı bilgilere karşı dikkatli olmaya
çağırmaktadır. Zira ister gerçek hayatta isterse dijital mecralarda yalan
haberleri yaymak, doğruluğu teyit edilmeyen bilgileri paylaşmak; insanlar
arasında fitne ve fesadın ortaya çıkmasına, toplumda huzur ve güven ortamının
zedelenmesine sebep olmaktadır. Nice insanların hayattan kopmasına, nice
yuvaların dağılmasına, nice dostlukların bozulmasına yol açmaktadır. Asla
unutmayalım ki, doğruluğundan emin olunmayan bir bilgiyi ve haberi paylaşmak, büyük
bir günah, ağır bir vebaldir.
Kıymetli Müslümanlar!
Hucurât sûresinde verilen bir başka mesaj ise,
لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
“Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın…”,
وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ
“…Birbirinizi karalamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın…”[iii] buyruğudur.
İslam’a göre insan, hürmete ve saygıya layıktır; şakayla bile olsa el, dil, kaş
veya göz işaretiyle alaya alınamaz. İnsanın onuruna dil uzatılamaz; ona, şeref
ve haysiyetini zedeleyecek lakaplar takılamaz. Bütün bu yanlışların sebebi, Allah’ın
asla sevmediği gurur ve kibirdir; kişinin kendini beğenmesi, karşısındakini
küçük görmesidir.
Hucurât sûresinde verilen diğer bir mesaj ise,
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın…”[iv] uyarısıdır.
Mümin; elinden ve dilinden güvende olunan kişidir. Mümin, insanlara
karşı daima hüsn-ü zan besler; başkalarının değil, kendi kusurlarıyla
ilgilenir. Mümin, gıybet etmez, dedikodu yapmaz, laf taşımaz.
Değerli Müminler!
Allah Teâlâ, Hucurât sûresinde bütün insanlara şöyle seslenmektedir:
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır…”[v]
Yüce dinimiz İslam; her türlü ırkçılığı yasaklamıştır.
Hal böyleyken bugün; kendini medeni ve seçkin gören, insanlıktan nasibini almamış, vahşetten beslenen zalimler, Filistin’de, Gazze’de ve başka pek çok yerde her türlü zulüm, işkence ve baskıyı Müslümanlara reva görmektedir. Cenâb-ı Hak ise bütün bu kötülüklerin son bulması için ümmet-i Muhammed’in yapması gerekenleri Hucurât sûresinde şöyle açıklamaktadır:
“Müminler
ancak Allah’a ve Resûlü’ne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah
yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar, doğru kimselerin
ta kendileridir.”[vi]
Yüce Rabbim, Hucurât
sûresinde anlatılan hakikatleri hayatımıza
aktarmayı; zihnimizi, kalbimizi ve dilimizi kirleten, huzur içerisinde birlikte
yaşamamıza zarar veren bütün kötülüklerden uzak durmayı hepimize nasip eylesin.
Hutbemi, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu duasıyla
bitiriyorum:
“Allah’ım! Kulağımın şerrinden, gözümün
şerrinden, dilimin şerrinden ve kalbimin şerrinden Sana sığınırım…”[vii]
ADF2025
Ayrışan Dünyada Diplomasiyi Sahiplenmek
Antalya Diplomasi Forumu'nun (ADF2025) dördüncüsü, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip
Erdoğan'ın himayelerinde ve Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığının ev sahipliğinde, 11-13
Nisan 2025 tarihlerinde gerçekleştirilecektir.
Bu yılın teması olan “Ayrışan Dünyada Diplomasiyi Sahiplenmek”, küresel bölünmelerin arttığı
bir ortamda diplomasinin istikrar kazandırıcı bir güç olarak kendisini yeniden kabul ettirmesine
duyulan acil ihtiyacı yansıtmaktadır.
Büyüyen jeopolitik çatlaklar, derinleşen küresel eşitsizlikler, sivilleri hedef alan şiddet
olaylarındaki artış, farklı görüşlere yönelik hoşgörüsüzlük, teknolojik kırılmaların yol açtığı
belirsizlikler ve iklim krizinin çok boyutlu etkileri ortak adalet duygusunu sarsmış ve
uluslararası kurumlara olan güveni aşındırmıştır. Mevcut uluslararası sistemin bu güncel
sınamalara çözüm bulmadaki yetersizliği, halihazırda güçlükle ilerleyen iş birliği çabalarını daha da zorlaştırmaktadır.
Antalya Diplomasi Forumu, karmaşık sınamaların ve çoklu krizlerin damgasını vurduğu bir
yükselen istikrarsızlık ve öngörülemezlik çağında, çok taraflı düzenin sistemik sorunlarını
değerlendirmeyi ve hızla değişen uluslararası ortamda diplomasinin sahiplenilmesine yönelik
diyaloğu teşvik etmeyi amaçlamaktadır.
Antalya Diplomasi Forumu, diplomasinin gidişatı nasıl değiştirebileceği ve ayrışan bir dünyada
birlikte harekete geçmek için ortak bir zemin bulunmasında bize nasıl yol gösterebileceğini
araştırmak üzere küresel liderleri, politika yapıcıları, akademisyenleri, iş dünyası uzmanlarını
ve medya ile sivil toplum temsilcilerini bir araya getirecektir. Forum, giderek kutuplaşan bir
ortamda diplomasinin rolünü ve temel ilkelerini yeniden tanımlama yolunda diyaloğa ilham
vermeyi amaçlamaktadır. Çatışmaların çözümü için yenilikçi araçlara, arabuluculuk
stratejilerine ve bölgesel iş birliği mekanizmalarına odaklanarak çeşitli sorunların temel
nedenlerinin tartışılması yoluyla Forum; politika yapıcıları, diplomasinin bu çalkantılı
dönemleri nasıl yönetebileceğini yeniden değerlendirmeye teşvik edecektir. Forum, daha etkili
ve birleştirici bir uluslararası sistemin oluşturulmasına yardımcı olmak amacıyla, uluslararası
kuruluşlardaki işlevsizlik ve bu kuruluşlara yönelik güven eksikliğini inceleyerek küresel
yönetişimin başarısızlıklarını gidermek için yeni çözümler arayacaktır. Diplomasinin nasıl daha
kapsayıcı, uyarlanabilir ve dirençli hale gelebileceğini keşfetmek için geleneksel diplomatik
çabaları destekleyen hükümet dışı paydaşların rolü üzerinde de durulacaktır.
Forum, diplomasiyi barış ve iş birliğinin itici gücü haline getirecek ortak stratejiler üzerinde
çalışılması için dünyanın dört bir yanından gelen katılımcılara gelecek odaklı bir platform
sağlayacaktır.
Kaynak:https://antalyadf.org/
Evet,Antalya Diplomasi Formu başarılı bir şekilde ülkemiz organizasyonu ile sona ermiştir.
Forumda çok güzel fikirler dile getirilmiş, güzel temennilerde bulunulmuştur.
Haksızlıklar ve adaletsizlikler dile getirilmiştir.
Barış ve demokrasi dillendirilmiştir.
Ve bir çok şey ..........söylenmiştir.
Ama sonuç hiçbir şeyin değişmeyeceği şeklinde olacaktır.
Yıllardır bu durumlara şahit oluyoruz.
Ancak bu ve benzeri toplantılar güzel şeyler ama sadece yapmacık kalıyor.
Maalesef yaptırımı olmuyor...
Çünkü her daim, İsrail Filistinlilere, Gazzeli'lere nefes aldırmıyor.
Bugün bile İsrail Gazze'deki tek hastanenin acil servisini bombalayarak çocuk kadın ve yaşlı birçok kimseyi şehit etti.
Yine bugün Rusya ve Ukrayna savaşında onlarca kişi öldürüldü...
Dünyanın bir çok yerinde zulüm, işkence ,gasp, tecavüz, öldürme gibi olayların devam ettiğini görüyoruz...
Bu kötü gidişatın yakın zamanda bir duruşu olmayacak gibi.....
Yapılan toplantı ve görüşmelerin sonuç alamayacağı bu bakımdan aşikar...
Uluslararası tüm toplumlar İsrail'e ve haksızlık yapan her devlete karşı ciddi yaptırımlar
uygulamak suretiyle iyi sonuçlar elde edilebilir. Yoksa aynı tas aynı hamam bu zülüm ve
işkence ve soykırımlar devam eder, gider.....
Keşke barış olsa...
Keşke dünyanın hiçbir yerinde kan dökülmese...
Her yede dostluk ve sevgi olsa...
Kötülük ve nefret olmasa...
Yaşasın insan, Var olsun özgürlük.
Var olsun bağımsızlık ve hürriyet...
Her daim, "Yurtta Sulh Cihanda Sulh"
ÜMMET OLMAK, BİRLİK OLMAKTIR
Muhterem
Müslümanlar!
Dün olduğu gibi bugün de
zalimler, ümmet-i Muhammed’i bölüp parçalama, İslam beldelerini işgal etme
emellerinden vazgeçmiş değillerdir. Ümmetin birlik ve beraberliğini bozmak,
onları birbirine düşürmek, dahası Müslümanı Müslümana kırdırmak için her yolu
denemektedirler. Hiçbir hak ve hukuk tanımayan bu caniler, dünyanın gözü
önünde; Gazze’de küçük büyük, kadın erkek demeden insanları öz vatanlarında
diri diri yakmakta, büyük bir soykırım gerçekleştirmektedir. Her geçen gün
yüzlerce masum insan, ya bombalar altında can vermekte ya da açlıktan
ölmektedir. Çocukların çığlıkları gök kubbeyi titretmekte; annelerin feryatları
arş-ı âlâyı inletmekte; babaların çaresizliği insaf ve vicdan sahibi herkesin
yüreğini dağlamaktadır. Yaşanan bu acıların temel sebebi; zalimlerin güçlü
olmaları değil, Müslümanların dağınık, parçalanmış, tepkisiz ve duyarsız olmalarıdır. Birlikte
rahmetin, ayrılıkta azabın olduğunu unutmalarıdır.
Aziz Müminler!
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in buyurduğu üzere bugün, biz Müslümanlar, sayıca çok olmamıza rağmen ne hazindir ki, selin önündeki çer çöp gibi savruluyoruz. Vahşi canavarların avlarına saldırdığı gibi düşmanlarımız, İslam beldelerine saldırıyorlar. Aşırı dünya sevgisi ve ölüm korkusu, heybet ve azametimizi düşmanlarımızın kalbinden söküp atıyor.[i]
Yüce Rabbimizin,
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ
“Topyekûn
Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, bölünüp parçalanmayın…”[ii] emrine
rağmen; bizler, dünyevi menfaatler ve şahsi ihtiraslar uğruna gün geçtikçe
birbirimizden uzaklaşıyoruz. Bu durum ise; zalimlerin zulümlerini arttırmalarına
sebep oluyor.
Değerli Müminler!
Yeryüzünde barışın yeniden hâkim olması, ancak ümmet-i Muhammed’in kardeşlik temelinde bir araya gelmesi, birlik ve beraberlik içeresinde hareket etmesiyle mümkündür.
وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ
“Onlara haksız bir saldırı yapıldığında elbirliğiyle kendilerini savunurlar.”[iii] ayetine icabet ederek, birbirimizin yardımına koşmamızla mümkündür.
“…Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize kin beslemeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!”[iv] hadisi gereğince; bir binanın tuğlaları gibi birbirimize kenetlenmemizle, bir bedenin azaları gibi birbirimizin acılarını paylaşmamızla mümkündür.
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ
“Müminler ancak kardeştirler.”[v] ayetinin gereği olarak; dili, rengi, ırkı, mezhep ve meşrebi ne olursa olsun müminler olarak, kardeşlik ruhuyla hareket etmemizle mümkündür.
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ
“Doğrusu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin.”[vi] ayeti mucibince; Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı ve peygamber olarak Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’i kabul eden herkesi,
İslam ailesinin bir parçası olarak görmemizle mümkündür.
“Siz,
insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder,
kötülükten menedersiniz ve Allah’a inanırsınız…”[vii] ayeti
gereği; iyiliği emretmemiz, kötülüğe engel olmamızla mümkündür.
Kıymetli Müslümanlar!
Müminlerin
emiri Hz. Ömer ile Selmân-ı Fârisî’yi, Habeşli Bilâl ile Bizanslı Süheyb’i
birbirine kardeş kılan İslam’dır. Bu kardeşliği korumak ve gelecek nesillere
aktarmak; bizim için bir tercih ya da bir seçenek değil, imâni bir zorunluluk,
ahlaki bir sorumluluktur. O halde, aynı Allah’a iman eden, aynı Peygamberin
yolundan giden, aynı kitabı rehber edinen, aynı kıbleye yönelen Müslümanlar
olarak el ele, gönül gönüle verelim. Aziz Milletimiz ve tüm İslam âlemi olarak,
birlik ve beraberliğimizi, muhabbet ve kardeşliğimizi daha da güçlendirmenin
gayretinde olalım.
Ey
İnsanlar!
Gazze’de bir millet topyekûn yok ediliyor.
Hastaneler, okullar, mabetler dahi yerle bir oldu. Sadece Müslümanlar değil, onlara
insani yardım ulaştıran yardımseverler, onların şifa bulması için çabalayan sağlık
çalışanları, bu zulmü dünyaya duyurmak için çalışan basın mensupları da
katlediliyor. Zulüm elbet son bulacaktır. Mazlumlar mutlaka kurtuluşa
erecektir. Zalimler, asla amacına ulaşamayacaktır. Buradan vicdan ve insaf
sahibi insanları, bir avuç cinayet şebekesi ve suç ortaklarına karşı duyarlı
olmaya, onurlu tepkilerini ortaya koymaya davet ediyorum. Unutmayalım ki, zulme
rıza göstermek de zulümdür.