Efkan Vural'ın Yazıları
30 Aralık 2024 Pazartesi
29 Aralık 2024 Pazar
27 Aralık 2024 Cuma
Diyanet İşleri Başkanlığının 27.12.2024 Tarihli Cuma Hutbesi :HATA YAPANLARIN EN HAYIRLISI, HATASINA TÖVBE EDENDİR
HATA YAPANLARIN EN HAYIRLISI, HATASINA TÖVBE EDENDİR,
Muhterem Müslümanlar!
Bir miladi yılın daha arefesindeyiz. Bu sene yeni miladi yıl bereketiyle
geliyor. Yılın ilk günü; aynı zamanda rahmet ve mağfiret iklimi üç ayların da ilk
günü. Önümüzdeki Perşembe akşamı ise Regâib Gecesini idrak edeceğiz inşallah.
Bizleri bu günlere bir kez daha ulaştıran Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve sena,
O’nun rahmet elçisi Hz. Muhammed Mustafa’ya salât ve selam olsun. Receb ayımız
ve Regâib Gecemiz şimdiden mübarek olsun.
Aziz Müminler!
Ömür sermayemiz hızla tükeniyor. Geçen her dakika, bizi biraz daha ölüme yaklaştırıyor. Hal böyleyken, zaman zaman kulluk ahdimizi unutuyor; Rabbimize, ailemize, çevremize ve insanlığa karşı sorumluluklarımızı ihmal ediyoruz. Bazen de hesap gününü göz ardı ediyor; hatalar ve yanlışlar ile gönül dünyamızı kirletiyoruz.
Oysaki Yüce Rabbimiz, her ânın kıymetini bilmeyi, geçmişimizi muhasebe etmeyi, geleceğimizi ise iyilik ve hayır üzere planlamayı bizlere tavsiye etmektedir.
“Ey iman edenler!
Allah’a itaatsizlikten sakının. Herkes yarın için ne hazırladığına baksın!”[1] buyurarak, iman, ibadetler ve güzel ahlakla ebedi âleme hazırlanmayı, hata
ve günahlarımıza tövbe etmeyi bizlere emretmektedir.
Kıymetli Müslümanlar!
Yüce Rabbimizin kullarına bahşettiği nimetlerden biri de tövbedir. Tövbe, insanlık tarihiyle başlayan bir ibadettir. Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberler, hem kendileri tövbe etmiş hem de ümmetlerini Allah’a tövbe etmeye çağırmışlardır. Tövbe, pişmanlıktır; öze ve fıtrata dönüştür. Kulun Rabbine yönelmesi, O’ndan bağışlanma dilemesidir.
Cenâb-ı Hak,
وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعاً اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey iman
edenler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.”[2] ayet-i kerimesiyle bizleri
tövbeye davet etmektedir. Öyleyse geliniz, mübarek üç ayların iklimine girerken bu günleri tövbe ve istiğfarla
geçirelim. Bir daha aynı hatalara düşmemeye azmedelim.
Değerli
Müminler!
Yüce dinimiz İslam’ın emrettiği kulluk vazifelerimizi aksattıysak Rabbimize tövbe edelim. Vaktinde eda edemediğimiz ibadetlerimiz olduysa bir an önce tamamlayalım.
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ
“Ölüm sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”[3]
uyarısını asla unutmayalım.
Söz ve
davranışlarımızla ailemizi incittiysek; tertemiz fıtratla yaratılan
çocuklarımızı kötülerin insafına terk ettiysek; ‘öf!’ bile demenin yasak olduğu
anne
babamıza saygısızlık yaptıysak Allah’tan bağışlanma dileyelim.
Gıybet, dedikodu ve hakaret gibi kötülüklerle
dillerimizi kirlettiysek; kibir, gurur ve haset gibi fenalıklarla kalplerimizi
kararttıysak; alkol, kumar, faiz, kul ve kamu hakkı gibi haramları
kursağımızdan geçirdiysek; rüşvet, stokçuluk ve karaborsacılık
gibi günahlarla haksız kazanç sağladıysak hiç vakit
kaybetmeden tövbe edelim.
İster gerçek hayatta, isterse sanal ortamda mahremiyet
sınırlarını ihlal ettiysek; yalan ve iftiralar ile insanların onur ve
haysiyetine dil uzattıysak hiç beklemeden Rabbimizden af dileyelim.
Akrabalarımızla sılâ-i rahmi kopardıysak;
komşularımıza rahatsızlık verdiysek; yetimlerin ve öksüzlerin hakkına
girdiysek; trafikte, iş yerinde, çarşı ve pazarda kötü söz ve kaba güç
kullandıysak hemen tövbe edelim.
Hâsılı, üzerimizde
hakkı olan herkese haklarını iade edelim, hak sahipleriyle mutlaka helalleşelim
ve Allah’tan içtenlikle bağışlanma dileyelim.
Aziz
Müslümanlar!
Günahımız ne kadar çok olursa olsun Rabbimizin rahmeti bütün kâinatı kuşatmıştır. O’nun tövbe kapısı ardına kadar açıktır.
Allah Resûlü (s.a.s) bir hadislerinde,
“Âdemoğullarının
hepsi hata yapar; hata yapanların en hayırlısı ise hatasına tövbe edendir.”[4] buyurmaktadır. Öyleyse ağızların mühürlenip, ellerin, ayakların ve derilerin
yaptıklarını anlatacağı mahşer gününden önce yapıp ettiklerimizin muhasebesini
yapalım. Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekelim. İşlediğimiz bütün
hata ve günahlar için Rabbimizden af ve mağfiret dileyelim. Unutmayalım ki, can boğaza geldikten sonra yapılan
tövbenin Allah katında hiçbir kıymeti yoktur.
Hutbemi, Nisâ sûresinde yer alan şu ayetin mealiyle bitiriyorum:
“Allah katında makbul
olan tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra da çok geçmeden tövbe
edenlerin tövbesidir. İşte Allah bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah
hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.”[5]
23 Aralık 2024 Pazartesi
20 Aralık 2024 Cuma
HAFTANIN HADİSİ
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)şöyle buyurur:
مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ
“Kim bir kavme benzerse o da onlardandır.”
Ebû Dâvûd, Libâs, 4.
Diyanet İşleri Başkanlığının 20.12.2024 Tarihli Cuma Hutbesi :MİLLİ VE MANEVİ DEĞERLERİMİZİ MUHAFAZA EDELİM
MİLLİ VE MANEVİ DEĞERLERİMİZİ MUHAFAZA EDELİM
Muhterem Müslümanlar!
Yüce
dinimiz İslam’ın temel inanç esaslarından biri de peygamberlere imandır. İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem’den son Peygamber
Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’e kadar bütün peygamberlere iman etmek,
inancımızın gereğidir.[i]
Peygamberler, Allah’ın kutlu elçileridir. Onlar, Yüce Rabbimizin emir ve
yasaklarını insanlara bildirmek için gönderilmişlerdir. İnsanlık, hak ile
batılı, doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmeyi onlardan
öğrenmiştir.
Aziz
Müminler!
Bütün peygamberler gibi Hz. Îsâ da İslam’ı tebliğ
eden bir peygamberdir. O da, Allah’tan başka ilah olmadığını, kulluk ve itaatin
yalnızca tek olan Allah’a yapılması gerektiğini insanlığa haber vermiştir.
Bizler, Yüce Rabbimizin gönderdiği bütün peygamberlere iman ettiğimiz gibi, Hz.
Îsâ’nın da Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna iman ederiz. Bütün peygamberleri
sevdiğimiz gibi onu da severiz. Bununla birlikte Hz. Îsâ’ya dayandırılarak tarihi
süreç içinde ortaya çıkan; onun tebliğ etmediği ve Cenâb-ı Hakk’ın razı
olmadığı hiçbir batıl inancı, tutum, davranış ve sembolü kabul edemeyiz,
hayatımızın bir parçası haline getiremeyiz.
Kıymetli Müslümanlar!
Milletleri güçlü kılan, onları emin adımlarla geleceğe taşıyan temel unsur; milli ve manevi değerlerine bağlı kalmalarıdır. Kendi değerlerinin yerine başkalarının değerlerini, kendi sembollerinin yerine başkalarının sembollerini benimseyen milletler ayakta duramazlar. Kendi medeniyetini unutup yabancı kültürlerin etkisi altına giren toplumlar; tarihlerini, dillerini, dinlerini ve kimliklerini kaybederler.
Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in,
مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ
“Kim bir kavme benzerse o da
onlardandır.”[ii] uyarısı hepimiz için önem arz etmektedir. Bu sebepledir ki,
dinimiz ve geleneğimizle hiçbir bağı olmayan, İslam dışı
geleneklerden kalan figürlere özenmek, onlar gibi giyinmek, onlar gibi
hediyeler dağıtmak, inancımıza aykırıdır, yanlıştır.
İnsanları hak ve hakikate
davet eden bir peygamberin doğumu, onun getirdiği değerlere aykırı olarak kutlanamaz.
Dolayısıyla helal haram ölçülerine riayet edilmeyen ve mahremiyet sınırlarını aşan
her türlü eğlence ve davranış, inancımıza aykırıdır, günahtır. Ayrıca hangi
sebeple olursa olsun, masumları katledenlere destek verenlerin sattıkları
ürünlerle hediyeleşmek, başta Gazze şehitlerimiz olmak üzere bütün
şehitlerimizin kemiklerini sızlatacak kadar ağır bir vebaldir. Şu hususu da
asla unutmayalım ki, kötülüklerin anası olan alkolü, ocakları söndüren kumarı,
aile ve toplumu temelinden sarsan zinayı, aklı ve iradeyi devre dışı bırakan
uyuşturucu maddeleri, mutsuzluktan başka getirisi olmayan piyango ve diğer şans
oyunları gibi haramları, yılbaşı kutlamaları dâhil hiçbir eğlence ve kutlama
helal ve meşru hale getiremez.
Muhterem
Kardeşlerim!
Müslümanların, değerleri ve inançlarıyla uyuşmayan söz konusu yanlışlara düşmelerinin sebebi; dünyevileşmeleridir, ilahi ölçülerden uzaklaşmalarıdır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır:
“İçinizden öyleleri olacak ki, önceki kavimlerin âdetlerini karış karış, arşın arşın takip edecekler. Hatta onlar bir kertenkele deliğine girseler bile peşlerinden oraya girecekler.”[iii]
Öyleyse,
bizi biz yapan ve bizi ayakta tutan değerlerimize sımsıkı sarılalım. Dinimizde asla
yeri olmayan batıl
inançlardan, yanlış tutum ve davranışlardan kendimizi,
ailemizi, gençlerimizi ve çocuklarımızı koruyalım. Unutmayalım ki, Allah ve
Resûlü’ne her haliyle tabi olanlar; dünyada huzura, ahirette ebedi kurtuluşa
ulaşacaklardır.
Hutbemi
Bakara sûresinde yer alan şu ayetin mealiyle bitiriyorum: “Sen onların
dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla razı
olmayacaklardır. De ki: ‘Asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur.’…”[iv]
16 Aralık 2024 Pazartesi
15 Aralık 2024 Pazar
13 Aralık 2024 Cuma
HAFTANIN HADİSİ
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)şöyle buyurur:
اِتَّقِ دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ، فَإِنَّهُ لَيْسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ اللّٰهِ حِجَابٌ
“Mazlumun bedduasından sakın! Çünkü onunla Allah arasında hiçbir perde yoktur.”[i]
Diyanet İşleri Başkanlığının 13.12.2024 Tarihli Cuma Hutbesi :HER ZORLUKTAN SONRA KOLAYLIK VARDIR
HER ZORLUKTAN SONRA KOLAYLIK VARDIR
Muhterem
Müslümanlar!
Allah
Resûlü (s.a.s) ve güzide ashabının Mekke’nin fethi için hazırlıklara başladığı
günlerdeyiz. Geliniz bu haftaki Cuma hutbemizde içinde nice ibretler ve
hikmetler barındıran Mekke’nin fethini yeniden hatırlayalım. O gün yaşananları
bir kez daha tefekkür edelim. Hayatımıza olumlu katkılar sunacak gerekli
dersleri çıkaralım.
Aziz Müminler!
Hicretin sekizinci yılıydı. Peygamber Efendimiz (s.a.s) ve sahâbe-i kirâm, hüzünle ayrılmak zorunda kaldıkları vatanlarına kavuşmak ve Kâbe’yi putlardan arındırmak amacıyla Mekke’ye doğru sefere çıktılar. Fetih hazırlıklarının ardından İslam ordusu Mekke’ye girdi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), büyük bir tevazu içinde Rabbine hamdederek Kâbe’ye yöneldi;
Beytullah’ı tavaf etti, iki rekât namaz kıldı. Sonra da Kâbe’nin merdivenlerine çıkarak,
“Hamd Mekke’nin fethine dair vaadini yerine getiren, kuluna yardım eden ve düşman topluluklarını tek başına yenilgiye uğratan Allah’a mahsustur.”[1] dedi.
Mekke halkı ise Kâbe’nin etrafında toplanmış, endişe ve korkuyla Allah Resûlü (s.a.s)’in kendileri için vereceği kararı beklemekteydi. Rahmet Elçisi (s.a.s), kendisini bekleyen kalabalığa doğru şefkat ve merhametle şöyle seslendi:
“Tıpkı Hz. Yûsuf gibi ben de sizlere,
لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ
‘Bugün size kınama yok. Allah sizi
bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.’ diyorum. Gidebilirsiniz,
hepiniz serbestsiniz.”[2]
Kıymetli Müslümanlar!
Mekke’nin fethi; her zorluktan sonra bir kolaylığın, her sıkıntının ardından bir ferahlığın, her hüznün peşinden bir sevincin olduğunu bizlere öğretmektedir.
Nitekim Yüce Rabbimiz İnşirâh sûresinde,
اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراًۜ .فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراًۙ
“Her zorluğun ardından bir kolaylık vardır. Muhakkak ki, her zorluğun ardından bir kolaylık vardır.”[3]
Mekke’nin
fethi; hakkın batıla, adaletin zulme, iyiliğin kötülüğe mutlaka galip
geleceğini haber vermektedir. Toprakları fethetmeden önce gönülleri fethetmenin
ne kadar önemli ve gerekli olduğunu bizlere anlatmaktadır. Kaybederken Allah’ın
yardımından ümidimizi kesmemeyi; kazanırken de adaleti, merhameti ve
hakkaniyeti esas almamız gerektiğini bizlere hatırlatmaktadır.
Değerli
Müminler!
Tarih bize göstermektedir ki zulüm asla pâyidar olamamıştır, olamayacaktır. Tarih boyunca zalimler hain emellerine asla ulaşamamıştır, ulaşamayacaktır.
Yüce Rabbimizin,
وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
“Kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.”[4] vaadi mutlaka gerçekleşecektir.
Zulümle âbâd olmaya çalışanın sonu berbat olmuştur, berbat olacaktır. Zulme yardımcı olanlar, zalime kol kanat gerenler ise tıpkı zalimler gibi Allah’ın gazabından asla kurtulamayacaktır. Mazlumların âhı hiçbir zaman yerde kalmamıştır, kalmayacaktır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in bu husustaki uyarısı gayet açıktır:
اِتَّقِ دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ، فَإِنَّهُ لَيْسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ اللّٰهِ حِجَابٌ
“Mazlumun bedduasından sakın! Çünkü
onunla Allah arasında hiçbir perde yoktur.”[5]
Aziz Müslümanlar!
Dünyanın neresinde olursa olsun;
dinine, ırkına ve rengine bakmadan mazlumların yanında yer almaya devam edelim.
Mekke’nin fethinde olduğu gibi Kur’an ve sünnetin rehberliğinde birbirimize kenetlenelim.
Kardeşlik hukukunu ve ahlakını gözeterek geleceğe dair umutlarımızı diri
tutalım. Aramıza fitne ve fesat tohumu ekmek isteyenlere karşı uyanık olalım.
Kıymetli Müminler!
Ecdadımıza, Endülüs’ten Balkanlar’a,
Kırım’dan Kafkaslar’a, Asya’dan Afrika’ya kadar mazlumlara kol kanat germeyi
nasip ettiği gibi torunları olarak bizlere de aynı yolu benimseyip mazlumların
duasını almayı lütfeden Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamdüsenalar olsun. Zalimlere
karşı hak ve hakikat mücadelesi veren, iyiliğin yeryüzünde hâkim olması için
gayret gösteren, bütün insanların onurlu, güvenli ve özgürce yaşamaları için
çabalayan kardeşlerimizi muvaffak kılmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.
Hutbemi Nasr sûresinin mealiyle bitiriyorum:
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde; insanların bölük bölük Allah’ın
dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamdederek O’nu tesbih et ve O’ndan bağışlanma
dile. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir.”[6]
9 Aralık 2024 Pazartesi
8 Aralık 2024 Pazar
6 Aralık 2024 Cuma
Diyanet İşleri Başkanlığının 06.12.2024 Tarihli Cuma Hutbesi :MİRAS: SINIRLARINI ALLAH’IN BELİRLEDİĞİ HAK
MİRAS: SINIRLARINI ALLAH’IN BELİRLEDİĞİ HAK
Muhterem Müslümanlar!
Yüce dinimiz İslam’ın yerine getirmemizi istediği
sorumluluklardan biri de mirası Allah ve Resûlü’nün emrettiği şekilde
paylaştırmaktır. Miras, vefat eden bir insanın geriye bıraktığı mal, mülk ve
servetin belirli ölçüler içerisinde vârisler arasında pay edilmesidir.
Kur’an-ı Kerim’de mirasla ilgili hükümler en ince detayına kadar açıklanmış, ‘Hudûdullah’ yani Allah’ın koyduğu sınırlar olarak ifade edilmiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s),
“Miras malını hisse sahipleri
arasında Allah’ın Kitabı’na göre taksim edin…”[1]
buyurarak, mirasta hiçbir vârisin hak ettiği paydan mahrum bırakılmamasını
istemiştir.
Aziz
Müminler!
Dinimiz İslam, her işimizde olduğu gibi miras taksiminde de adaleti titizlikle uygulamamızı, miras paylaşımında kadın-erkek, büyük-küçük demeden her hak sahibine hakkını vermemizi emretmiştir. Nitekim Nisâ sûresi yedinci ayette Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Anne babanın ve yakınların miras olarak bıraktıklarından erkeklere pay vardır; yine anne babanın ve akrabanın miras olarak bıraktıklarından kadınlara da pay vardır. Allah, miras malının azından da çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir.”[2]
Bununla birlikte dinimiz, miras
taksiminde kadınları asla mağdur etmemiş; anne ve babasından, eşinden ve
çocuklarından, hatta yeri geldiğinde torunlarından bile onlara pay ayırmıştır.[3] Ayrıca
vârislerin karşılıklı rızaya dayanarak
mirası kendi aralarında diledikleri şekilde taksim etmelerini de meşru
görmüştür.
Kıymetli Müslümanlar!
Günümüzde aile içi sorunların artmasına, kardeşler ve akrabalar arasına dargınlıkların girmesine, kavgaların ortaya çıkmasına sebebiyet veren olumsuzlukların başında miras paylaşımında yapılan haksızlıklar gelmektedir. Oysaki miras paylaşımında İslam’ın koyduğu ölçülere riayet etmemek, büyük bir günah, ağır bir vebaldir. Kız çocuklarına haklarını tam vermemek, evlendikleri için onları mirastan mahrum bırakmak, hiçbir vârisin istemediği değersiz mülk ve arazileri onlara layık görmek apaçık bir zulümdür. Ayette buyrulduğu üzere yetimlerin mirasla ilgili haklarını gasp etmek ateşten bir parçayla karnı doldurmaktır.[4] Bir kimse adaletten ayrılmamak şartıyla çocukları arasında malını paylaştırabilir.
Mirasın tamamını veya bir kısmını çocuklardan birine hibe ederek diğerlerinin haklarını çiğnemek ise adaletten sapmaktır.
Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s),
اِتَّقُوا
اللّٰهَ
وَاعْدِلُوا فِى أَوْلاَدِكُمْ “Allah’tan korkun ve
evlatlarınız arasında adaletli olun.”[5]
buyurmaktadır.
Değerli
Müminler!
Allah’ın koyduğu bütün kurallar gibi miras taksiminde yer
alan ölçüler de insan fıtratına en uygun hükümlerdir. Günümüzdeki bütün olumsuzlukları ve miras paylaşımında yaşanan
sıkıntıları ortadan kaldırmanın yegâne yolu, İslam’ın getirdiği adalet ilkesine
hakkıyla riayet etmekten geçmektedir.
Aziz
Müslümanlar!
Kur’an-ı Kerim’de miras taksiminde haksızlık yapanların acı sonu şöyle haber verilmektedir:
“Kim Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı cehennem ateşine atar. Onun için elem verici bir azap vardır.”[6]
O halde, geçici dünya menfaatlerine aldanarak ve hırslarımıza kapılarak
Yüce Rabbimizin mirasla ilgili belirlediği sınırları asla ihlal etmeyelim. Her
hak sahibine hakkını verelim, kul hakkı yemeyelim. Miras paylaşımında merhamet
ve hakkaniyeti, insaf ve adaleti gözetelim. Unutmayalım ki, mirasta Rabbimizin
taksimine razı olmayan ve hakkından fazlasına göz dikenlerin sonu, dünyada
hüsran, ahirette ise elem verici bir azaptır.
Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu uyarısıyla bitiriyorum:
“Hiç kimse hakkı olmayan bir karış toprağı bile almasın! Şayet
alırsa, kıyamet gününde Allah, yedi kat yeri onun boynuna geçirir.”[7]