Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)şöyle buyurur:
إِنَّمَا بُعِثْتُ مُعَلِّم
"Ben, ancak bir öğretmen olarak gönderildim"
İbn Mâce, Sünnet, 17.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)şöyle buyurur:
إِنَّمَا بُعِثْتُ مُعَلِّم
"Ben, ancak bir öğretmen olarak gönderildim"
İbn Mâce, Sünnet, 17.
İLİM HAKKI BİLMEKTİR
Muhterem Müslümanlar!
Yüce dinimiz İslam, kadın erkek her Müslümana ilim öğrenmeyi farz kılmıştır. İlim; kişinin kendini bilmesi, Rabbini tanıması ve yaratılış gayesini idrak etmesini sağlar.
اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!”[1] emri bize; ilim elde etmenin Allah’ın adıyla ve O’nun rızası için yapılması gerektiğini haber verir.
Aziz Müminler!
İslam’a göre ilim sadece meslek, kariyer ve dünya kazancı için yapılan bir yarış değildir. Allah’ın, öğrenilmesini emrettiği, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in rehberlik ettiği ilmin temelinde; hayatın merkezine Kur’an’ı yerleştirmek vardır. Allah’ın ve Resûlü’nün sevgisini gönüllere nakşetmek vardır. Yaratana hürmet eden, yaratılana şefkat gösteren bir anlayışı hâkim kılmak vardır. Şiddetin yerine muhabbeti, nefretin yerine merhameti; kin ve düşmanlığın yerine sevgi ve saygıyı ikame etmek vardır. İmanlı, ahlaklı ve erdemli nesiller yetiştirmek vardır.
Kıymetli Müslümanlar!
Bizler, ilmin değerini Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’den öğrendik.
إِنَّمَا بُعِثْتُ مُعَلِّماً
“Ben, ancak bir öğretmen olarak gönderildim.”[2] buyuran Allah Resûlü (s.a.s), Mekke’nin o zor günlerinde Dârulerkam’ı bir ilim mektebine; Medine’nin daha ilk günlerinde Mescid-i Nebi’yi bir hikmet yuvasına dönüştürmüştür.
Allah Resûlü (s.a.s),
“Ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya dinleyen ol, ya da ilmi destekleyen ol. Beşincisi olma, helâk olursun!”[3] hadisiyle bizleri ilme teşvik etmiştir. “Kim, ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır.”[4] buyurarak ilim talebelerini ve muallimleri cennetle müjdelemiştir. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’i rehber edinen her öğretmen; eğitim ve öğretim için harcadığı zamanı bir ibadet şuuruyla değerlendirmeli; öğrencilerini, Allah’ın bir emaneti olarak görmelidir. Onlara, önce Allah’a ve Resûlü’ne imanı öğretmeli; sonra da adalet, merhamet, güzel ahlak, helal haram bilinci gibi değerler üzerine bina edilmiş iyi bir insan, güzel bir Müslüman olmanın yollarını göstermelidir.
Değerli Müminler!
Zamanımızda yaşanılan problemlerin temelinde evlatlarımızı; Rabbimizin emrine, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in yüce ahlakına göre eğitememiş olmamız yatmaktadır. Bugün ne yazık ki kimi çocuklarımız daha küçük yaşlarda bağımlılık tuzağında, kimileri sanal kumar batağında; kimileri sapkın fikirlerin, batıl düşüncelerin, fıtratlarını bozacak yanlış anlayışların ağında, kimileri akran zorbalığı altında, kimileri ise moda ve özenti uğruna elimizden kayıp gitmektedir. Maalesef anne, baba ve toplum tarafından ihmal edilen; manevi değerlerimize göre yetiştirilemeyen, kötülerin insafına terk edildiğinden dolayı suça sürüklenen nice çocuk vardır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in uyarısı gayet açıktır:
“Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.”[5]
Aziz Müslümanlar!
Eğitim ve öğretimin aileden sonraki en önemli ayağı okullardır. Ailede ve okulda öğretilemeyen sevgi, saygı ve tahammül; sokakta öfke ve şiddete, akran zorbalığı ve kavgaya dönüşmektedir. Yine öğretilemeyen adalet, merhamet ve edep; toplumda haksızlık, kargaşa ve ahlaksızlığa yol açmaktadır. O halde Allah’ın bize emanet ettiği evlatlarımızı;
“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”[6] buyuran Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in ahlakıyla buluşturalım. Onlara; iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmanın yollarını öğretelim. Çocuklarımızın değerlerimize bağlı birer insan olarak yetişmeleri için, aile, okul ve toplum el birliğiyle sorumluluklarımızı yerine getirelim. Okullarımızda okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini büyük bir fırsat bilelim. Ahlaki ilkeleri hem teorik hem de pratik olarak çocuklarımıza kazandıralım. Ayrıca Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in doğumunun 1500’üncü yılı münasebetiyle okullarımızda Peygamberimizin Hayatı ve Kur’an-ı Kerim dersini bu yıl daha çok öğrencimizin; severek, muhabbet ve heyecan duyarak seçmesini sağlayalım.
Bu vesileyle milyonlarca evladımızı yeniden okullarla buluşturacak olan eğitim öğretim yılının hayırlı olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum. Hutbemi Allah Resûlü (s.a.s)’in şu duasıyla bitiriyorum:
“Allah’ım! Bana öğrettiklerinle beni faydalandır. Fayda verecek ilmi bana öğret ve ilmimi artır.” [7]
Ülkemizde ve İslam aleminde Peygamberimizin doğumu olan Rebiül-Evvel ayının 11.günü, Mevlid-i Nebi (Peygamberin Doğumu) kutlamaları yapılır.
Kameri aylardan Rebiü’ül evvel ayının 11.ci gününü 12.ci güne bağlayan gece sabaha yakın iki cihan güneşi Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed(s.a.v.)doğdu. (11 Rebi’ül-Evvel=Miladi 20 Nisan 571)
Peygamberimizin doğumu münasebetiyle onu bir kez daha hatırlıyor ve örnek davranışlarını kendimize rehber ediniyoruz.
Peygamberimiz Hz.Muhammed her yönüyle örnek almamız gereken şahsiyettir.
Müslümanların dünya ve ahiret hayatıyla ilgili dini yaşantılarında örnek olmaları gereken Hz.Muhammed için Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“"And olsun ki, Allah'ın elçisi (Hz. Muhammed), sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir. (Ahzab Suresi, 21. Ayet).
“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür ” (Hud suresi,112.ayet)
“(Ey Muhammed) seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
( Enbiyâ Suresi,107. Ayet)
“Muhammed Allah'ın elçisidir…” (Fetih Suresi 29. Ayet)
“…Sen af yolunu tut. İyiliği emret ve cahillere aldırış etme.” (Araf suresi, 199.
“Kur'an-ı Hakim’e and olsun ki, sen doğru yol üzere gönderilmiş peygamberlerdensin.” (Yasin Suresi,2-4.Ayetler)
““Muhammed, içinizden herhangi bir adamın babası değildir. O, Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.”(Ahzâb Suresi,40.Ayet)
“Biz, seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Sebe’ Suresi 28. Ayet)
Sevgili Peygamberimizin çocuklarla ilgi bizlere nasıl örnek olduğunu anlatmaya gayret edeceğiz.
Şüphesiz Rahmet Elçisi’nin çocuklarla ilişkisi muhabbet, şefkat ve merhamet üzerine kuruluydu. O, “Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen, iyiliği emredip kötülükten sakındırmayan bizden değildir.”(Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 58.), buyurarak çocuklara karşı merhametli olmamızı istemiştir.
Peygamberimiz çocuk, genç, yaşlı herkesi sever ve saygı duyardı. Çocukları gördüğünde onların anlayacağı dil ve hareketle onlara davranırdı. Çocukların sevgisini kazanırdı. Gençlerle ve yaşlılarla da aynı şekilde onların durum ve seviyelerine göre hareket ederdi. Böylece herkesin sevgi ve saygısını kazanırdı.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) çocuklarla kurduğu ilişki, şefkat ve merhamet eksenindeydi. Öyle ki büyüklere saygı gösterilmesini isterken küçüklere de merhamet gösterilmesi gerektiğinin altını çizer, kendisi de yaşantısıyla bu konuda çevresine örnek olurdu. Kimi zaman aralarına karışıp onlarla oyunlar oynar kimi zaman yolunu gözleyen çocukları bineğine alıp onları gezdirirdi. Kendisine bir yiyecek ikram edildiğinde bulunduğu mecliste bir çocuk varsa önce ona yedirir, ardından kendisi yerdi. (Müslim, Hac, 474)
Hz. Peygamber, çocukları çok severdi. Zira o, âlemlere rahmet olarak gönderilmişti ve çocuk sevgisi, Allah’ın insana bahşettiği merhamet duygusunun göstergesiydi. Bir bedevî Hz. Peygamber’e gelerek ona, “Sizler çocukları öper misiniz? Biz onları (hiç) öpmeyiz.” demişti. Peygamber (s.a.v) ona şu anlamlı cevabı vermişti: “Allah senin gönlünden merhameti çekip almışsa ben ne yapayım?” ( Buhârî, Edeb,18;)
Şefkat Peygamberi, çocukları bazen bineğine alarak sevindirirdi. Resûlullah’ın bu uygulaması, çocukların o kadar hoşuna giderdi ki onun seferden dönüşünü âdeta dört gözle beklerler ve onu karşılamak için yarışırlardı. Resûlullah da çocuklardan birini bineğinin önüne, birini de arkasına alır ve gönüllerini hoş ederdi.(Ebû Dâvûd, Cihâd, 54;)
Namaz kılarken çocuklar onun önünden geçtiklerinde namazına devam eder hatta bazen dizlerinden tutan çocuklar olur ama Peygamberimiz namazını bozmadan tamamlardı.
(Nesâî, Kıble, 7; )
Namaz kıldırırken cemaatin içinde ağlayan bir çocuk sesi duysa dayanamaz, kıraati kısa tutarak namazı bir an evvel bitirirdi. Buhârî, Ezân, 65)
Peygamber Efendimiz, her ne sebeple olursa olsun çocukların incitilmelerine göz yummazdı. Nitekim onun amcasının hanımı ve torunu Hasan’ın da süt annesi olan Ümmü’l-Fadl, bir gün ziyarete geldiğinde yanında Hasan’ı da getirmiş ve onu Resûlullah’ın kucağına vermişti. Ne var ki Hasan, dedesinin kucağını ıslattı. Bunun üzerine süt annesi, “Ne yaptın!” dercesine bebeğin omuzuna dokununca, Rahmet Peygamberi dayanamamış ve “Oğlumun canını acıttın! Allah senin hayrını versin!” buyurmuştu.(İbn Mâce,Ta’bîrü’r-rü’yâ, 10)
Sevgili Peygamberimiz çocuklara kızmaz, yaramazlıklarını görmezden gelir ve onlara müsamahakâr davranırdı. Hz. Peygamber‟e on yıl hizmet eden ve bu sebeple onun davranışlarını en iyi bilen genç sahabilerden Enes b. Mâlik şöyle anlatıyor: Allah Resûlü (s.a.s.), insanlar içerisinde ahlakı en güzel olan idi. Bir gün beni bir iş için gönderdi. Ben, “Allah‟a yemin olsun ki gitmem.” dedim. Oysa içimde Resûlullah‟ın emrettiği işe gitme niyeti vardı. Derken bu iş için yola koyuldum. Sokakta oynayan çocuklara rastladım (da onlarla birlikte oyuna dalıp işimi unuttum). Bir de baktım ki, Allah Resûlü (s.a.s.) arkamdan başımı tutmuş gülümseyerek duruyor. Bana, “Ey Enescik, sana emrettiğim yere git haydi!” dedi. Ben de, “Peki ya Resûlallah, hemen gidiyorum” dedim. Enes b. Mâlik devamla şöyle dedi: “Allah‟a yemin olsun ki, ben kendisine on yıl hizmet ettim. Yaptığım bir işten dolayı “niye böyle yaptın?”, yapmadığım bir işten dolayı da “niçin böyle yapmadın?” dediğini hatırlamıyorum.”( Buhârî, edeb 39,)
Hz. Peygamber (sav), çocukların kişiliklerine saygı gösterir ve onlara iltifat ederdi. Bu amaçla, bazen oyun oynayan çocuklara selâm verir, (Müslim, Fedâilü’s- sahâbe, 145) bazen onların kıyafetlerini över, (Buhârî, Cihâd, 188.) bazen de hastalandıklarında ziyaretlerine giderdi.(Buhârî, Merdâ, 11.)
Peygamberimize mevsimin ilk meyvesi sunulunca bereket duası yapar ve onu orada bulunan en küçük çocuğa ikram ederdi.(Müslim, Hac, 474.)
Peygamberimiz torunları Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin’i çok severdi. Torunları namazda sırtına binerdi ve onlarala secdeye giderdi ve namazını kılardı.
Büreyde b. el-Husayb anlatıyor: Ben, Resûlullah‟ı hutbe okurken gördüm. Hutbe esnasında torunları Hasan ve Hüseyin geldiler. Üzerlerinde iki kırmızı gömlek vardı. Küçük yaşta oldukları için düşe kalka yürüyorlardı. Hz. Peygamber minberden indi, onları alıp kucağına koydu, ardından, “Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandır ve büyük sevap Allah katındadır.” (Enfâl, 8/28.) ayetini okudu ve “Ben bunları gördüm de sabredemedim” buyurdu. Sonra hutbesine devam etti.”
(İbn Mâce, libâs 20)
Peygamberimiz çocuklara verilecek en iyi hediyeyi şöyle dile getiriyor:
“Hiçbir anne ve babanın çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunamayacağını bildirmiştir.”(Tirmizî, birr ve sıla 33),
Kız çocuklarının canlı canlı toprağa gömüldüğü cahiliye düşüncesini yıkarak kız çocuklarına değer vermiş ve onlar için de akika kurbanı kesilmesini önermiştir.
Hz. Peygamber, kız çocuklarının bakımının güzelce yapılmasını, onlarla ilgilenilmesini öğütlemiş ve “Bir kimse iki kıza bulûğa erinceye kadar bakarsa, kıyamet gününde benimle beraber şöyle gelir.” diyerek parmaklarını bir araya getirmiştir.
( Müslim, birr ve sıla 149)
Peygamberimizin kız olsun erkek olsun, hür olsun köle olsun ayırım yapmadan herkese iyi davranırdı.
Peygamberimiz bir gün Medine’de satıcıdan 10 dirhem verir bir gömlek alır. Gömleği gören bir kız çocuğu o gömleğe ne kadar da ihtiyacım var, der. Peygamberimiz de gömleği çocuğa verir.
Peygamberimiz tekrar yeni bir gömlek daha alır.
Çıkınca bir kız çocuğunu daha ağlarken görür.
Peygamber çocuğa sorar “niye ağlıyorsun”
Ev sahibim un almak için bana 2 dirhem vermişti. Onu kaybettim bu yüzden ağlıyorum dedi.
Hz. Peygamber cebindeki iki dirhemi de ona çıkarıp verdi.
Kız yine ağlıyordu.
Hz. Peygamber çocuğa şimdi de neden ağlıyorsun? dedi
Çocukta, eve geç kaldım, Efendimin beni dövmesinden korkuyorum, dedi.
Peygamberimiz çocuğu elinden tutup taa şehrin ucundaki evine götürdü.
Peygamberimiz selam verip kapıyı çaldı.
Kapı açılmadı. İkinci kez selam verdi. Sonra kapı açıldı.
Peygamberimiz neden kapıyı açmadınız dedi.
Evdekiler peygamberimize: Senin geldiğini görünce sesini daha çok işitmeyi arzu ettik. Canımız sana feda olsun Ya Resulallah…dediler.
Çocuğun efendisi peygamberimize: Ey Allah’ın Resulü seni buraya getiren nedir?
Çocuk efendisine Allah’ın Resulü benim için buraya geldi. Geç kaldığım için sizden korkuyordum. dedi.
Çocuğun efendisi Peygamberimize:Ey Allah’ın Resulü siz bu köle kız çocuğu için kapıma kadar geldiniz. Ben de bu kız çocuğunu hür bırakıyorum. Dedi. Böylelikle kız çocuğu hür olmuştur. (İbni Kesir Şemailür-Resul,S.78)
İşte Peygamberimiz Hz. Muhammed böyle merhametli biriydi
Sevgili Peygamberimiz her yönüyle bizim için en iyi örnektir.
Peygamberimizin örnekliliği ile ilgili bilgiler edinmeliyiz.
Peygamberimizin hadislerini incelemeliyiz.
Peygamberimizin hayatını okumalıyız.
Onun dünya ve ahiretle ilgili yaptığı davranışları öğrenmeliyiz.
En iyi ve en güzel örneğimiz Peygamberimiz Hz.Muhammed olmalıdır.
Eğer Peygamberimizi örnek alamaz ve peygamberimizin örnekliliğini iyi bilemezsek, başkalarını örnek almaya başlarız.
Örnek aldığımız kişiler de bizi yanlış ve kendi emelleri doğrultusunda yönlendirebilirler. Biz bunu fark edemeyebiliriz.
Başkalarının tuzaklarına düşmemek için; Peygamberimizi, Kur’an’ı ve İslam’ı iyi bilmeliyiz.
Yaşayışımızı Kur’an ve Sünnete göre düzenlemeliyiz.
Peygamberimiz Hz.Muhammed(s.a.v.)şöyle buyurmaktadır: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün sünneti.” (Mâlik, Muvatta’, Kader 3)
Ne mutlu Sevgili peygamberimizi gerçek anlamda örnek alanlara…
ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.
30 Ağustos, kutlu bir zaferdir.
Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi (26-30 Ağustos 1922)
Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra kamuoyunda ve TBMM’de taarruz için sabırsızlıklar baş göstermiştir. Bu gelişmeler üzerine Mustafa Kemal Paşa, 6 Mart 1922’de Büyük Millet Meclisinin gizli bir toplantısında endişe ve huzursuzluk duyanlara “Ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu tehir ediyoruz. Sebebi, hazırlığımızı tamamen bitirmeye biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür.” diyerek bir taraftan zihinlerdeki şüpheyi bertaraf etmeye çalışırken diğer taraftan da orduyu son zaferi sağlayacak bir taarruz için hazırlamıştır.
1922 yılının Haziran ayı ortalarında, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, taarruza geçme kararını almıştır. Asıl amaç; yok edici bir meydan savaşı yapmak, düşmanı çabuk ve kesin bir sonuç alacak şekilde vurmaktır. Büyük Taarruz ve bu taarruzu taçlandıran Başkomutan Meydan Muharebesi, Türk Kurtuluş Savaşı’nın son safhasını ve zirvesini teşkil etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, 3 yıl 4 aylık süreçte Türk milletini ve ordusunu adım adım hedefe taşımıştır.
Batı Anadolu’yu Türk ordusuna karşı savunmayı planlayan Yunan ordusu; Gemlik Körfezi’nden Bilecik, Eskişehir ve Afyon doğusu ile Menderes Nehri’ni takiben Ege Denizi’ne dayanan savunma hattını bir yıla yakın bir süre ile tahkim etmiştir. Özellikle Eskişehir ve Afyon bölgeleri gerek tahkimat gerekse birlik miktarı bakımından daha kuvvetli tutulmuş, hatta Afyon’un güneybatısındaki bölge birbiri gerisinde beş savunma hattı şeklinde tertiplenmiştir.
Hazırlanan Türk taarruz planına göre 1’inci Ordu kuvvetleri, Afyon’un güneybatısından kuzeye doğru taarruza geçtiğinde Afyon’un doğusu ve kuzeyinde bulunan 2’nci Ordu kuvvetleri de taarruzla kesin sonuç almak istediğimiz 1’inci Ordu bölgesine düşmanın kuvvet kaydırmasına engel olacak ve Döğer bölgesinde bulunan düşman ihtiyatlarını kendi üzerine çekmeye çalışacaktır. Süvari Kolordusu da Ahır Dağları’ndan aşarak düşmanın yan ve gerilerine taarruz ederek düşmanın İzmir’le telgraf ve demir yolu irtibatını kesecektir. Baskın prensibi ile Yunan ordusunun imhasının gerçekleşmesi düşünülmüştür.
Kocatepe, Afyonkarahisar, 26 Ağustos 1922.
İki ordunun insan ve tüfek yönünden aşağı yukarı birbirine denk olmasına karşın makineli tüfek, top, uçak ve özellikle motorlu araçlar yönünden üstünlük Yunan ordusundaydı. Yalnız süvari (kılıç) olarak Türk ordusu üstünlüğe sahipti. Bir taarruz ve özellikle de takip harekâtında tank ve motorlu araçların bulunmadığı o zamanki savaşlarda, süvarinin oynayacağı rolün çok önemli olduğu yadsınamaz bir gerçekti. Mustafa Kemal Paşa, 19 Ağustos 1922’de Ankara’dan Akşehir’e giderek 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı düşmana taarruz emrini vermiştir.
Kocatepe, Afyonkarahisar, 26 Ağustos 1922.
26 Ağustos sabahı Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile birlikte muharebeyi idare etmek üzere Kocatepe’deki yerini almıştır. Büyük Taarruz burada başlamış, topçuların sabah saat 04.30’da taciz ateşi ile başlayan harekât, saat 05.00’te önemli noktalara yoğun topçu ateşi ile devam etmiştir.
Piyadeler, sabah 06.00’da Tınaztepe’ye hücum mesafesine yaklaşarak tel örgüleri aşıp Yunan askerini süngü hücumu ile temizledikten sonra Tınaztepe’yi ele geçirmiştir. Bundan sonra saat 09.00’da Belentepe, daha sonra Kalecik-Sivrisi düşmandan temizlenmiştir. Taarruzun birinci günü, sıklet merkezindeki 1’inci Ordu Birlikleri, Büyük Kaleciktepe’den Çiğiltepe’ye kadar on beş kilometrelik bir bölgede düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirmiştir. 5’inci Süvari Kolordusu düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulunmuş, 2’nci Ordu da cephede tespit görevini aksatmadan sürdürmüştür.
27 Ağustos Pazar sabahı gün ağarırken Türk ordusu bütün cephelerde yeniden taarruza geçmiş, bu taarruzlar çoğunlukla süngü hücumlarıyla ve insanüstü çabalarla gerçekleştirilmiştir. Afyon kurtuluşun şanlı ve şerefli müjdesi olmuş, Başkomutanlık Karargâhı ile Batı Cephesi Komutanlığı Karargâhı Afyon’a taşınmıştır.
Sabah saat 05.30’da topçu ateşiyle Büyük Taarruz’un başlaması,
Kocatepe, Afyonkarahisar, 26 Ağustos 1922.
28 Ağustos Pazartesi ve 29 Ağustos Salı günleri başarılı geçen taarruz harekâtı, düşmanın 5’inci Tümeninin çevrilmesi ile sonuçlanmıştır. 29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçerek muharebenin süratle sonuçlandırılmasını gerekli bulmuşlardır. Düşmanın çekilme yollarının kesilmesi ve düşmanı çarpışmaya zorlayarak tamamen teslim olmalarını sağlama yolunda karar almışlar ve karar süratli ve düzenli bir şekilde uygulanmıştır. 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü taarruz harekâtı, Türk ordusunun kesin zaferi ile sonuçlanmıştır. Büyük Taarruz’un son safhası Türk askerî tarihine Başkomutan Meydan Muharebesi olarak geçmiştir.
30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Muharebesi sonunda, düşman ordusunun büyük kısmı dört taraftan sarılarak Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ateş hatları arasında, bizzat Zafertepe’den idare ettiği savaşta, tamamen yok edilmiş veya esir edilmiştir. Anadolu’daki Yunan kuvvetlerinin yarısı imha veya esir edilmiş, kalan bölümü ise üç grup halinde çekilmiştir. Bu durum karşısında Çalköy’de yıkık bir evin avlusu içinde Gazi Mustafa Kemal Paşa, Yunan ordusunu takip etmesi için Türk ordusuna o tarihî “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini vermiştir.
Takip Harekâtı ve Zafer
1 Eylül 1922’de Türk ordusunun takip harekâtı başlamıştır. Muharebelerden kurtulan Yunanlar İzmir’e, Dikili’ye ve Mudanya’ya doğru kaçmaya başlamışlardır. Türk ordusu bu muharebe neticesinde 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girmiştir. Sabuncubeli’nden geçen 2’nci Süvari Tümeni, Mersinli yolu ile İzmir’e doğru akarken bunun solunda 1’inci Tümen de Kadife Kale’ye doğru yürümüştür. Bu Tümenin 2’nci Alayı, Tuzluoğlu Fabrikasından geçerek Kordonboyu’na ulaşmıştır. Yüzbaşı Şeref Bey Hükûmet Konağına, 5’inci Süvari Tümenimizin öncüsü Yüzbaşı Zeki Bey Kumandanlık Dairesine ve 4’üncü Alay Komutanı Reşat Bey’de Kadife Kale’ye bayrağımızı çekmişlerdir.
9 Eylül 1922’de İzmir, 11 Eylül'de Bursa ve 18 Eylül'de de Batı Anadolu düşman işgalinden kurtarılmıştır. 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Ateşkes Anlaşması ile Doğu Trakya, silahlı çatışma olmadan Yunan askerinden arındırılmıştır. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye bağımsızlığını tüm dünyaya kabul ettirmiştir.
Türk milletinin vatan sevgisinin, yıkılmaz azim ve iradesinin bir eseri olarak ortaya çıkan bu zaferle sadece vatan toprakları düşmandan kurtarılmamış, Büyük Önder ATATÜRK’ün liderliğinde, ulus iradesine ve egemenliğine dayanan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin sağlam temeller üzerinde kuruluş süreci başlatılmış ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Büyük Zafer’den iki yıl sonra Mustafa Kemal Paşa, Başkomutan Meydan Muharebesi’ni sevk ve idare ettiği Zafertepe’de 30 Ağustos 1924 tarihinde Büyük Zafer’in önemini şu şekilde ifade etmiştir. “... Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk devletinin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri burada atıldı. Ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçuşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır...”
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün engin ileri görüşlülüğüyle kurulan Cumhuriyet, ulusal egemenliğe dayanan yönetim biçimi olmasının yanı sıra kapsamlı bir aydınlanma ve çağdaşlaşma atılımıdır. Cumhuriyet’le birlikte hayata geçirilen devrimler, ulusumuza çağdaş bir yaşamın kapılarını açmış; laik ve demokratik Cumhuriyet’e sahip olmanın onurunu yaşatmıştır.
Kaynak: https://ata.msb.gov.tr/Genel/icerik/milli-mucadele-donemi
https://www.kulturportali.gov.tr/portal/30agustoszaferbayrami
Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa dahî dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü ileri derecedeki itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister.”
(Buhârî, Cihâd 21; Müslim, İmâre 109)
ÂLEMLERE RAHMET HZ. MUHAMMED (S.A.S)
Muhterem
Müslümanlar!
Müjdeler olsun hepimize! Bir kez daha kavuştuk Mevlid-i Nebi’nin manevi
iklimine! Önümüzdeki
Çarşamba akşamı, Rebîülevvel ayının on ikinci gecesi. Âlemlere rahmet olarak
gönderilen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’in doğumunun
1500’üncü yıldönümü.
Bizleri, Allah Resûlü (s.a.s)’e ümmet kılan Yüce Rabbimize hamd ve sena;
Peygamber Efendimize, ehl-i beytine ve ashabına
salat ve selam olsun. Mevlid Gecemiz şimdiden mübarek olsun.
Duygularımı şairin şu mısralarıyla dile getirmek istiyorum:
Gel, Ey Muhammed,
bahardır.
Dudaklar ardında
saklı
Aminlerimiz
vardır!..
Hacdan döner gibi
gel;
Miraç’tan iner
gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Aziz
Müminler!
İnsanlık, merhameti Peygamberimiz (s.a.s) ile tanımıştır. Rahmet Peygamberi (s.a.s), zulmün ve karanlığın hâkim olduğu bir çağa güneş gibi doğmuştur.
Cenâb-ı Hakk’ın,
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ۟
“Resûlüm! Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.”[1] buyruğu gereğince; kin, nefret ve husumetin yerine sevgi, şefkat ve merhameti yerleştirmiştir. Kendisiyle konuşurken titreyen birine,
“Endişelenme! Ben de senin gibi kuru et
yiyen bir kadının oğluyum.”[2] buyurarak mütevazı
olmayı insanlara öğretmiştir.
Aile, Peygamberimiz (s.a.s) ile huzur bulmuştur. O, Yüce Rabbimizin emri gereğince aileyi; sevgi ve merhamet, ülfet ve muhabbet, güven ve sadakat üzerine inşa etmiştir. Ailesinin hiçbir ferdine kaba davranmamış, kötü söz söylememiş, onları asla incitmemiştir.
“Dikkat edin! Sizin kadınlar üzerinde
hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır.”[3] buyurarak;
dışlanan, hor görülen, insani ve sosyal haklarından mahrum bırakılan kadına hak
ettiği değeri vermiştir.
Kıymetli
Müslümanlar!
Çocuklar, Peygamberimiz (s.a.s) ile sevgiyi tatmıştır. Allah Resûlü
(s.a.s); utanç vesilesi sayılan, diri diri toprağa gömülen kız çocuklarını
koruyup gözeteni, terbiye edip yetiştireni cennetle müjdelemiştir.[4]
Gençler, Peygamberimiz (s.a.s) ile
değer kazanmıştır. Allah Resûlü (s.a.s) gençlere daima güvenmiştir. Onların fikirlerine
değer vermiş, onlara özgüven ve şahsiyet kazandırmış, mizaç ve yeteneklerine
uygun sorumluluklar yüklemiştir.
Değerli Müminler!
Yaşlılar, Peygamberimiz (s.a.s) ile hürmet görmüştür.
Resûl-i Ekrem (s.a.s),
“Kim bir yaşlıya yaşından
dolayı hürmet ederse, Allah da ona, yaşlılığında hürmet edecek birisini
gönderir.”[5] buyurarak
yaşlılara ilgi göstermeyi, onlarla alakadar olmayı öğütlemiştir.
Yetimin ve mazlumun yüzü Peygamberimiz
(s.a.s) ile gülmüştür. Allah Resûlü (s.a.s), “İşaret parmağıyla orta
parmağını bir arada göstererek, ben ve yetime kol kanat geren kimse cennette
böyle yan yana olacağız.”[6] buyurarak yetimi koruyan,
onun haklarını gözeten müminin cennette kendisine en yakın kişi olacağını
müjdelemiştir.
Muhterem Müslümanlar!
Aziz milletimiz, Peygamberimiz (s.a.s)’e olan sevgisini; onun ve ehl-i beytinin güzel isimlerini çocuklarına vererek, askerine Mehmetçik diyerek, ordusunu Peygamber ocağı görerek, malını ve canını onun yolunda feda ederek ortaya koymuştur.
Hutbeme başlarken okuduğum hadis-i şerifte Allah Resûlü (s.a.s),
“Sizden biriniz, beni anne ve babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam anlamıyla iman etmiş olmaz.”[7] buyurmaktadır.
Evet, şanlı ecdadımız
Allah Resûlü (s.a.s)’i canından aziz bilmiştir. Onun getirdiği rahmet
mesajlarını bütün insanlığa ulaştırmak, dünyada huzur ve barışı sağlamak için
cepheden cepheye koşmuştur, koşmaya da devam etmektedir. Bunun en son örneklerinden
biri de yarın kutlayacağımız 30 Ağustos Zaferi’dir. Yüce Rabbim;
Peygamber aşkıyla yanıp tutuşan, vatan ve mukaddesat uğruna canını feda eden aziz
şehitlerimize ve ahirete irtihal eden kahraman gazilerimize rahmet eylesin.
Bugün bize düşen ise, Allah Resûlü (s.a.s)’in muhabbetiyle kalplerimizi
birbirine kenetlemektir. Onun bizlere sunduğu rahmet esintileriyle
yüreklerimizi buluşturmaktır. Onun birlik ve beraberlik çağrılarıyla kardeş olmaktır.
Hutbemi Peygamber
Efendimiz (s.a.s)’in şu uyarısıyla bitiriyorum:
“Birbirinize haset etmeyin.
Birbirinize sırtınızı dönmeyin. Birbirinize kin ve nefret beslemeyin. Ey
Allah’ın kulları! Kardeş olun!”[8]